18 Mayıs 2011 Çarşamba

METRODA YAŞAYAN ADAM


         Gülmeyeli, tebessüm bile etmeyeli altı ayı geçmişti. Son altı ayda hayatı evden işe gidip gelmekle geçmişti. Bir yatak odası, bir de mutfak dışındaki odalara girmemişti bile. Sevgilisi onu terkettiğinde, bir süre geri döner umuduyla yaşamıştı ama geri dönüşün olmayacağını idrak ettiğinde bile ruh hali eskiye dönmemiş, monotonun dışına çıkmamak normali haline gelmişti. Haftanın her bir boktan günü, mesainin her boktan saati, her bir bok dolu dakikası kağıt kürek işleriyle uğraşıyor, hataları falan düzeltiyordu. Onun için hayli basit ve hayli sıkıcı. Eskiden işini daha çok severdi. Gerçek defterlerin kağıt, mürekkep ve ter karışımı kokusunu; o defterlerdeki insan izlerini özlerdi. Bilgisayarlar her şeyi kolaylaştırmış gibi görünüyordu ama duyguları, onları hissetmemize yardımcı olan kokuları, diğer insanların izlerini yok etmişlerdi. Para bile dijitalleşmişti artık, kağıt para yoktu insanların cebinde. Artık muhasebe defterlerinde de muhasebecilerin el yazıları yoktu, sadece birbirinin tıpatıp aynısı karakterler, inanılmaz düzgünlükte hesap kayıtları. 

         Hayatındaki en sosyal anlar, iş arkadaşlarıyla birlikte çıktığı öğle yemekleriydi. Bu yemekler, iş yerindeki son dedikoduların döndüğü, yeni dedikoduların yaratıldığı zamanlardı. O ise sadece dinlediğini belli eder, sohbete katılmaz, pek fazla konuşmazdı. Konuşmak gereksiz geliyordu ona, ses çıkarmak falan, yorucuydu.

          Bir cuma sabahı işe gitmek için evden çıktı, sabahın ayıltan serinliğinde metroya doğru yürüdü. Aslında otobüsleri kullansa neredeyse hiç yürümeden de işe gidebilirdi ama o karayolunu sevmiyordu, hem yürümek güzeldi. Her sabah işe giderken, akşam eve dönerken metroyu kullanır, evi ile metro arasındaki yol ortalama yirmi dakika sürerdi. Trenler daha basitti, raylar düz. Araç trafiği ise tam bir kaostu, fonda sürekli korkunç bir gürültü; egzos bağırtıları, motor homurtuları, kornalar, bağrışmalar. Trenlerde böyle saçmalıklara yer yoktu, nerede nasıl ses çıkaracağını ezberlemişti lokomotifler, vagonlar.

          İstasyonun sonuna doğru ilerledi ve gelecek treni beklemeye koyuldu. Bu sırada istasyonun duvarında ilginç bir ilan gördü."Metro istasyonunda kiralık oda. Mutfağı ve WC'si mevcut. Ofis olarak da kullanılabilir". İlandaki numarayı not etti, gelen trene binerek işine gitti. Öğle tatilinde alışılagelenin dışında arkadaşlarıyla yemeğe çıkmadı. Ayaküstü bir yerde yemeğini aceleyle yedi ve not aldığı numarayı aradı.
     
       - Alo, merhaba. Ben şey... metrodaki kiralık oda ilanınız için aramıştım.
       - Buyrun, evet ilgileniyor musunuz?
       - Kesinlikle. Acaba hangi istasyonda olduğunu öğrenebilir miyim?
       - Kiralık ilanı sadece odanın bulunduğu istasyonda var. Yani ilanı gördüğünüz istasyonda.
       - Peki ev olarak da kullanılabilir mi?
       - Günün her anı tren geçeceği için çok gürültülü, ev olarak kullanılması pek mümkün değil. Ciddiyseniz yüz yüze görüşelim.

       Öğleden sonrası izin aldı, erken çıktı. Telefonda konuştuğu adamla görüşmeye gitti. Görüşme, metro işletmesi genel merkezinde orta katlardan birindeydi. Asansörü kullanmadı, onun için fazla kalabalık ve sıkışık bir yerdi. İstasyondaki oda aslında metro çalışanlarının kullanması için yapılmış fakat daha sonra gereksiz görülerek kapatılmıştı. Kira ücretine elektrik, su dahildi, tabi belli kotalar koyulmuştu ama tek başına bir adam için bunları aşmak zor olurdu. İstasyondaki mevcut  internet bağlantısından da yararlanabilirdi isterse. Gürültü ise onun sorunuydu, ister ev olarak kullanır ister ofis.

       Hemen ertesi gün istasyona taşınmaya başladı. Odanın temizliğini yaptı, üç beş parça eşyasını yerleştirdi. Odaya sığmayacak kalan tüm eşyayı adamın birine pazarlıksız sattı. Alarmlı radyosunu baş ucuna koydu, odada ses olsun diye çalıştırdı, on dakikada bir gelen trenlerin istasyona girerken çıkardıkları mekanik gürültü patırtı da radyonun sesini tam bastıramıyor, sessizliğin yalnızlığını keskinleştirmesini, onu huzursuz etmesini önlüyordu.

         Ona kendisini iyi hissettiren tek mekan ve zaman, mutfakta kendisine yemekler hazırladığı, kendince türlü tarifler denediği vakitlerdi. İcat etmeye koyulduğu tariflerin sonucu olan yemekler iyi de olsa, kötü de olsa afiyetle yerdi. Açıkçası kendince aşçılık yeteneğini hayli geliştirmişti. O cumartesi akşamı da yeni evinde ilk yemeğini yapacaktı. İşin gerçeği yorgunluktan ölüyordu ama akşam yemeğini geçiştirmeye niyeti yoktu. Tren seferleri daha seyrekleşti, yemeğini yedi, derin ve uzun bir uyku güzel bir yarın hayaliyle yatağına girdi.

         Ertesi sabah işe gitmek için metroya yürümedi,  zira zaten metroda yaşıyordu. Artık araçların, insanların trafiğin kaosundan, gürültüsünden uzaktı. Gelen ilk trene bindi, yedi istasyon sonra iş yerinin önüne kadar gelmişti. Sadece on dakika. Öğle molalarında isterse eve gelebilir yemeğini kendi evinde yiyebilirdi. Öğle molasında yine iş arkadaşlarıyla yemeğe çıktı. Her zamankinden farklı olarak taşındığı yeri anlattı onlara. bugün farklıydı çünkü o pek konuşmazdı, çoğunlukla dinlerdi. Bu kez herkesin ilgisini çekmiş, tüm yemek boyunca meraklı soruları yanıtlamıştı. Konuşmak, gerçekten sohbete dahil olmak ona iyi hissettirmişti. Sadece dinlemek sohbet etmek demek değildi.
    
        O akşam eve giderken yeni bir tarif denemeye karar verdi. Alışveriş listesini hazırlayıp, listedekileri satın almak için yolun hemen karşısındaki markete gitti. Bu orta halli, fazla çeşidi olmayan lakin aradığınız her şeyi bulabiliceğiniz dükkanın sahibiyle alışveriş sırasında biraz çene çaldı. Elinde torbalarıyla marketten çıktı. Batmakta olan güneş ne kadar da sıcak, kırmızı ve olağanüstü görünüyordu. Bu sırada elli yaşlarında, yeni emekli olmuş bir adam; emekli ikramiyesiyle aldığı yeni arabasıyla ilk kez trafiğe çıkıyordu. Yolun ortasında ona doğru bakan adamı gördü son ana kadar çekileceğini düşündü ama adam çekilmedi. Araba içerisinde sürekli homurdanan motorun bulunduğu ağır metal gövdesiyle Metroda Yaşayan Adama çarptı...
                                                                 ~SON~