4 Kasım 2011 Cuma

ÖLÜMDE BULUŞURUZ


          BÖLÜM I

Bin dokuz yüz yirmi baharı, Nisan'ın On üçünde sabaha karşı altı kırk dörtte Klaus dünyaya geldi. Masmavi gözlerini açtığında hemşireler onu sarmaladılar, yeni doğan bölümüne götürdüler. On iki gün küvezde kaldıktan sonra, babasının kucağında trenle Münih'e gidecekti.

Aynı yıl, aynı ay, aynı gün; Klaus'tan yalnızca yedi dakika sonra Andrii'nin sesi hastane koridorlarında yankılandı. Andrii yeni doğan bölümünde diğer bebeklere göre biraz fazla kaldı. Tam bir haftalık olduğu gün, anne babası Andrii'yi alıp iki gün süren bir yolculuktan sonra çınar ağaçlarının gölgesindeki evlerine götürdü.

Klaus'un ailesi Münih'teki Bayern fabrikasında çalışıyorlardı, her ikisi de eczacıydı. Büyük savaştan yeni çıkmış Almanya çok çalışıp hayatta kalmaya çalışan alt sınıfın kalabalığıyla doluyken az sayıdaki orta sınıf aileden biri de Klaus'un ailesiydi. Ailesinin nispeten biraz daha iyi olan mali durumu sayesinde Klaus iyi bir eğitim aldı. Ebebeynleri gibi eczacı olmayı reddetti zamanın popüler düşüncelerine kapılarak askeri okula girdi. Zayıf fiziğinin yarattığı dezavantajı, keskin zekasıyla kapattı, teğmen rütbesiyle pilot olarak mezun oldu.

Andrii çiftlikteki diğer çocuklarla birlikte ilk ve ortaokulu bitirmiş, okuldaki başarısına rağmen liseye devam edememişti. Çiftlikte hayvanlarla, binlerce dönümlük araziyle mücadele eden onlarca çalışandan biri olmuştu. Ağır işlerde çalışamayacak kadar ufak tefekti ama makineleri kullanmayı çabuk öğreniyordu, bunları kullanmakta yetenekliydi. Birkaç yıl sonra çiftlikteki tüm araçları kullanabilen değerli bir çalışan olmuştu. On dokuz yaşına geldiğinde, Sovyet Rusya'dan subaylar Minsk'e gelmiş, Andrii'nin de içinde bulunduğu birçok genci seferberlik nedeniyle büyük Kızıl Ordu'ya dahil etmişlerdi.

Yirminci yüzyılın otuz dokuzuncu yılında Nazi Almanya'sı Blitzkrieg (Yıldırım savaşı) taktiğini Polonya'da başarıyla uygularken Klaus, az sayıdaki düşman toplarını, tank ve tanksavarlarını, JU87'siyle etkisiz hale getiriyordu. İlginç, martı kanadı gibi kalkık kanat tasarımıyla JU87; düşmanın üstüne ölüm çığlığı atarak, dimdik, baş aşağı iniyor; yere varmak üzereyken bombasını bırakıp, tekrar gökyüzüne yükseliyordu. Bunları yaparken pilotlar olağanüstü bir şekilde odaklanmalıydılar. Çünkü bir an bile yükselmekte geç kalırlarsa kontrolü kaybedip yere çakılırlardı. Teğmen Klaus, bu savaşlarda gösterdiği başarıyla üsteğmenliğe yükseldi. Klaus o kadar parladı ki kullandığı JU87 ile birlikte resmi posta pullarına basıldı. Klaus'un da kendileri gibi eczacı olmasını isteyen ailesi, oğullarının resminin posta pullarında yer almasıyla gurur duyuyorlardı ancak biricik oğullarını kaybetme korkusuyla sarılıydılar.


 Nazilere birlikte hareket eden Sovyetler, eş zamanlı olarak Polonya'ya saldırmış ve doğu Polonya'yı kısa sürede işgal etmişti. Sovyet T-26 tankları, Varşova caddelerinde konvoy oluşturmuş, geçit yapıyorlardı. Andrii en öndeki T-26'nın içinden, şehrin ortasından geçen tankları izleyen, yenilmiş, perişan Polonya halkını izliyordu. Zayıf Polonya piyadelerini ve topçularını ait olduğu tankçı tümeniyle ezip geçmişlerdi. Ölen onca Leh askerin aileleri, akrabaları, arkadaşları muzaffer Kızıl Ordu'nun gövde gösterisini nefret ve çaresizlikle izliyor, gelecekte daha ne tür felaketlere uğrayacaklarını kestirmeye çalışıyorlardı. Andrii Varşova'dan Minsk'e bir kartpostal attı. "Hepinizi çok özledim, Varşova güzel bir yer. Buraya gelmek için yaptıklarımdan dolayı beni onbaşı yaptılar ve bir nişan verdiler. Varşova'dan sevgilerle... Oğlunuz, kardeşiniz, arkadaşınız Andrii " Kartpostalı aldıkları gün çiftlikte Andrii için bir ziyafet verildi. Bembeyaz tenli genç kızlar, o gece kendilerini Andrii'nin kollarında düşlediler. 


(Sovyet T 26 hafif tankı)

Kırk bir yılında, iki karizmatik lider karşı karşıya geldi. Adolf Hitler, Joseph Stalin'i alt edebilmek için çelikten atlarını Stalingrad, Moskova ve Kiev'e sürdü. Nazilere yaklaşık bir milyon mihver kuvveti destek veriyordu ve Almanlarla birlikte neredeyse beş milyon asker saldırıya katılıyordu. Dünya tarihinin en büyük ve kapsamlı harekatında Naziler o kadar çok ilerlediler ki ancak Moskova önlerinde durdurulabildiler. Kırk iki yılının ilk üç ayı Sovyet karşı atakları gelişti, Rusya eşsiz soğuğu ve inançlı askerleriyle Nazileri geri çekilmek zorunda bıraktı.


Kırk üç yılının 5 Temmuz'unda Naziler, Kursk çıkıntısında Sovyetleri imha etmek için genel bir saldırı başlattılar. Operasyonun tarihini önceden öğrenen Sovyetler, Nazi hava kuvvetlerini hazırlıksız yakalamak için erken saatlerde cephenin arkasına sarktılar. Almanları yerde vurmayı planlayan Ruslar büyük bir sürprizle karşılaştılar. Alman uçakları havadaydılar ve Sovyet YAK-9 ve Sturmovik'lerine saldırıyordu. Klaus , avcı Messerschmitt BF 109'ların korumasında JU87'siyle Sovyet mevzilerini vurmaya başlamıştı. İki kilometre ilerde, dört AA 37mm uçaksavarın bir Sovyet tankçı birliğini koruduğunu gördü. Klaus yanında yedi JU87 ile birliğe saldırdı. Uçaklar ikişerli olarak uçaksavarları susturmak için ayrıldılar. Klaus en doğudaki uçaksavarı kendine hedef olarak seçti. Uçaksavar, diğer JU87'ye mermilerini kusarken, Klaus kuzeye doğru bin metre yükseldi, ardından tam uçaksavarın üzerine ıslık çalarak, baş aşağı inmeye başladı. Uçaksavar Klaus'u fark edip, ona doğru yönelmeye başladığında ise artık çok geçti. Klaus makineli tüfeğin tetiğine asıldı, uçaksavarın başındaki dört Sovyet askeri kanlar içinde kaldı. İki saniye sonra Klaus bombalarını bıraktı ve yükseldi. Adrenalin doluydu...


(Messerschmitt BF 109 avcı uçağı)

(Junkers Stuka 87)
Andrii ve birliği yaklaşan Nazi Panzer birliklerini karşılamak için ağaçların ve çalıların arasına gizlenmişlerdi. Dört AA 37mm onları olağan bir hava saldırısına karşı savunuyordu. Andrii yaklaşan Nazi uçaklarının seslerini duydu, ardından telsizden hava saldırısı uyarısı geldi. Andrii motorlarını çalıştıran T-34'leri durdurdu. Tanklardan çıkacak egzos dumanı ve buhar gelen uçaklara el sallamak olurdu. Andrii uçaksavarlara güveniyordu ama kısa sürede uçaksavarlar sustu.


(Sovyet T 34 tankı)
Klaus alçaktan uçarak gizlenen tankların yerlerini belirlemeye çalıştı, kavak ağaçlarının arasındaki KV-1'i hedef olarak seçti. Çalıların arasında da iki T-34 olduğu belirlenmişti. Klaus güneydoğuya doğru hızla yükseldi, uzun ağaçların arasındaki KV-1'e doğru baş aşağı JU87'yi bıraktı.

Andrii tüyler ürperten ölüm ıslığını duyar duymaz, KV-1'in içinden çıkmaya çalıştı. Tankın kapağını açtı, diğerleri çıktılar. Birkaç saniye sonra KV-1 büyük ihtimalle vurulacak, ardından havaya uçacaktı. Tam tankın üstüne çıktığında nedensiz üzerine gelen JU87'ye baktı, öylece kalakaldı..

Klaus, KV-1'den kaçmaya çalışan Sovyet askerlerini gördü. Son Sovyet askeri tanktan çıkar çıkmaz doğruca Klaus'un gözlerine bakmıştı. İnanamıyordu. Tanktan çıkıp, ona bakan asker, Sovyet üniforması içindeki kendisiydi. Aynı uzun, ince burun; aynı derin mavi gözler... Tüm dünya soyutlaşmış, zaman yavaşlamış, sadece Klaus'un kendisi, tanktan çıkan kendisi ve birazdan parçalara ayrılacak KV-1 kalmıştı. O askerin hayal olduğunu sandı ve birbiri ardına bombalarını bıraktı. İlk defa vurduğu bir hedefin parçalanmasını, yok oluşunu görmek istiyordu...

 
(Sovyet KV1 ağır tankı)

Andrii, pilotun gözlerine saplanıp kaldı. Kaçamıyordu. O pilot elbisesinin içinde, gözlerine baktığı kişi kendisiydi. Belki gözlerinin dışında yüzünü göremiyordu ama biliyordu. Uçaktaki, Andrii'nin ta kendisiydi.

Klaus tankın üzerindeki adamın kaçmasını diledi ama adam kaçmadı ve parçalarına ayrıldı. Demek ki hayal değildi. Klaus kendisini öldürdüğü hissine kapıldı. Bu şaşkınlık içerisinde yükselmek için çok geç kaldığını anladı, uçağıyla patlayan tanktan yükselen alevlerin içine daldı...

Andrii üzerine bırakılan bombaları farketti, kaçmak istedi ama kaçamadı, patlayan bombaların oluşturduğu basınçla parçalara ayrıldı, iki saniye sonra tekrar parçalandığını hissetti...

Klaus ve Andrii; aynı yıl, aynı ay, aynı gün ve saatte doğan, iki başarılı savaşcı; aynı savaş alanında, aynı noktada, aynı cehennem sıcağında; bedenleri ve ruhlarıyla birbirlerine karıştılar...

BÖLÜM II

Varşova'da yağmurlu bir geceydi. Islak yollarda bir at arabası, ona eşlik eden iki atlı dört nala hastaneye doğru yol alıyorlardı. Atlılar, arabadan önce hastaneye gelip hemşireleri uyardılar. Maryla Wojcirchowski kan ter içinde, ağrı yüzünden kendinden geçmiş bir şekilde doğumhaneye alındı. Henüz on dokuz yaşındaki Wlodzislaw Wojciechowski eşinin elini hiç bırakmadan dua ediyordu. Maryla'nın şiddetli kanaması vardı, durumu gittikçe kötüleşiyordu. Güneş karanlığı ilk kırdığında, Maryla tüm gücünü tüketmiş, ilk bebeğini dünyaya getirmişti. Ancak içinde dışarı çıkmak isteyen bir hayat daha vardı. Güneş yüzünü hafiften gösterip, kırmızı bir portakal haline geldiğinde Maryla ikinci bebeğini doğurdu. İkizler, hemşireler tarafından yıkandılar, yan yana küvezlere konuldular. Wlodzislaw, biricik Mary'sinin yanından ayrılmak istemedi ama hemşireler onu uzaklaştırdılar. Maryla çok yorulmuştu, dinlenmesi gerekiyordu.

Öğleye doğru hemşireler Wlodzislaw'a oğullarını gösterdiler. İkisi de tıpkı annelerininki gibi derin, masmavi gözlere sahipti. Wlodzislaw, Mary'nin onları görmesini istedi ama hemşireler izin vermediler. Doktor Schmidt, Wlodzislaw'ı odasına davet etti, eşi Maryla'nın yorucu doğumu atlatamadığı söyledi. Maryla'nın öldüğünü duyduğunda Wlodzislaw kaskatı kesildi. Ardından Maryla'nın ismini haykırarak Doktor Schmidt'e ve diğerlerine beyhude atıldı. Onu sakinleştirmek isteyenlere şiddetle karşı koydu, sonunda kendini pencereden boşluğa bıraktı. Fakat ne büyük şansızlık ki ölmeyi, Maryla'sına kavuşmayı başaramadı.

Grzegorz Wojciechowski, intihar eden oğlunu ve torunlarını görmek için hastaneye gitti. Doktorlar Wlodzislaw'ın aklını kaçırdığını söylediler. Grzegorz oğluna sorular sordu. Wlodzislaw, babasını tanımıyordu, yeni doğan çocuklarını bilmiyordu, Maryla'yı hatırlamıyordu, hatta kendinin bile kim olduğunu bilmiyordu. Grzegorz doğum hastanesine gidip üç günlük torunlarını gördü ama onları almadı çünkü tek başına hem oğluna hem de torunlarına bakamazdı. Onları evlatlık vermeye karar verdi. Doktor Ortwin Scmidt ile konuştu. Doktor Scmidt, Grzegorz'a çocukları olmayan, Almanya'daki eczacı arkadaşlarından bahsetti. Durumları, Almanya'nın genel ekonomik şartlarına göre iyiydi ve belki ikizleri evlatlık almak isterlerdi. 

Philipp Blau, Ortwin'in telgrafını aldığında önce reddetmeyi düşündü ama karısı Jutte'a sordu. Savaştan hemen sonra evlenmişler ancak bir türlü çocukları olmamıştı. Bayern'in fabrikasında çalışan eczacılardı ve mali durumları fena sayılmazdı. Ancak yine de bu ekonomik koşullarda iki bebeğe birden bakmakta çok zorlanırlardı. Philipp, yalnızca bebeklerden birini evlat edinebileceklerini yazarak telgrafı cevapladı. 

İkiz bebeklerden sorumlu hemşire Nadzieja (Polonyaca umut) evlatlık verileceklerini duyduğunda Minsk'teki bir çiftlikte kahyalık yapan kocasıyla birlikte bebek hasreti çeken kuzeni Alieja'e (Alis şeklinde okunur) ikizlerden bahseden bir telgraf yolladı. Fedyusshyna, karısına kuzeni Nada'nın telgrafını okuduğunda Alieja ağlayarak o bebekleri çok istediğini söyledi. Fedyushhyna Fortunov, hemşire Nada'ya hemen cevap gönderdi, ardından kendileri de bir arabayla Varşova'ya doğru yola koyuldular.

Doktor Schmidt, Grzegorz'a Almanya'daki arkadaşlarının ikizlerden yalnızca birini alabileceklerini söyledi. Grzegorz, henüz isimleri bile olmayan torunlarından hangisini alacaklarını sordu. Ardından Hemşire Nada'nın Minsk'teki kuzenine ikizlerden bahsettiğini, isterse ikizleri birbirinden ayırmadan evlatlık verebileceğini söyledi Grzegorz'a.

Fedyushhyna ve Alicja Fortuno, Doktor Schmidt'in odasında Nada ve Grzegorz'la buluştu. Almanya'daki aileyi duyduğunda Alicja bebeklerden yalnızca birini alacağını söyledi. Yıllarca çocukları olmamıştı, bunun nasıl bir duygu olduğunu, nasıl ıstırap verdiğini iyi biliyordu. Diğer aile bebeksiz kalmasın diye Fortunovlar bebeklerden yalnızca birini aldılar. Ona Andrii ismini verdiler. Grzegorz'a her yıl mektup yazıp, Andrii hakkında bilgilendireceklerine dair söz verdiler. Geldikleri arabaya atlayıp, akşamüstü Minsk'e doğru yola çıktılar.

Philipp Blau telgrafı alır almaz fabrikadan izin alıp, trene bindi, Varşova'ya doğru yola koyuldu. Ortwin'in odasında, bebeğin dedesi Grzegorz'la buluştu, konuştu. Grzegorz ona bebeği vermeyi kabul etti. Philipp, her yıl bebekle ilgili Grzegorz'a mektup yazacağına söz verdi. Philipp, ertesi günkü trene bilet aldı, o gece Ortwin'de misafir oldu. Philipp yol boyu bebeğe ne isim vereceklerini düşünmüş, daha bebeği görmeden kararını vermişti. Ertesi gün, öğleden sonra, Philipp kucağında Klaus'la trene bindi, Münih'e döndü. Jutte, Münih'te bebeği emzirecek bir süt anne bulmuştu. Süt anne hasta bebeği için alacağı ilaçlar karşılığında Klaus'u emzirecekti. 

Andrii, kendisini emzirecek bir süt anne bulacak kadar şanslı değildi. Keçi sütü içerek büyüdü. Klaus'un tahtadan oyuncak arabaları, trenleri; Andrii'nin Toya isimli çoban köpeği oldu. Klaus babasıyla futbol izlemeye, oynamaya giderdi; Andrii çınar ağaçlarının arasında arkadaşlarıyla oyunlar oynardı. Birbirlerinden bihaber Polonyalı ikizler; birer Alman ve Rus olarak yetiştiler. İlk savaşlarında doğdukları ülkeyi fethettiler. Son savaşlarında ise ilk kez birbirleriyle, ölümde buluştular...

                                                ~SON~