19 Ekim 2012 Cuma

KÜÇÜK KIZ


  Küçük Kız  

Güneş yeni bir karmaşaya ışık tutmak için gittiğinde, gece kötülüklere kucak açar. O karanlığın sinsi sessizliğinde çığlıklar gizlidir. Çılgın kahkahaları, acı haykırışlar takip eder. Polis sireni, sahneyi tamamlayan bir aksesuardır. Polisler bu iğrenç oyunda perde arkasındadır ve aktörlere sufle verirler. Kan, şiddet ve para farklı yönlere doğru, birbirleriyle harmoni içinde akar. Gündüzün masum yüzleri, gece çöktüğünde maskelarını takıp rollerini başarıyla oynar. Bu şehirde iyi insana yer yoktur; ya ölürler ya da öldürerek hayatta kalırlar ve iyi birer kötü olurlar. Onların içinde, diğer kötülerden farklı olarak öfke ve nefret alevlenir. Bizim öykümüz şirin bir küçük kızın bu şehirde varoluş hikayesidir.

Yeşil! Mutlu günlerden hatırladığı tek şey yeşil! Ne annesi, ne babası, ne evi... Sadece yeşil! Yeşilden sonrası, hiç görmediği halasının, ona bakmaları için yüklü bir miktar para karşılığı anlaştığı yankesici aile! Ailede ne Anne gerçek anne, ne Baba gerçek baba, ne de çocuklar birbirlerinin gerçek kardeşi... Onları birarada tutan kan bağı değil, hayat bağı. Birlikte yaşamazlarsa anında kurda kuşa yem olur, çarklar arasında ezilir, yok olurlar.

Henüz yedi yaşında okuma-yazma ile birlikte hırsızlık sanatının inceliklerini de öğrendi. Nasıl çalacağı kadar, kimden çalacağı da önemliydi. Yanlış kişiden çalması, uçurumdan atlamasındam daha korkunç bir ölüme sebep olabilirdi. Hırsızlık sanatının çok usta bir sanatçısı olduğunu kanıtladığında onaltı yaşındaydı. Bir günde tek başına üç lüks evi soymuş, evlere sanki evin sahibiymişcesine, ön kapıdan, kilitleri maymuncukla açarak girmişti. Bulabildiği tüm parayı ve değerli taşları almış, akşam olmadan elde ettiği hasılatıyla evde saygıdeğer bir konuma sahip olmuştu. Soluk, gösterişsiz, kısa sarı saçları, küçük mavi gözleri ve çarpık ağzıyla karşı cinsin ilgisini yeterince çekemeyen ablasının; hırsızlıktaki hünerli elleri, parlak kestane rengi dalgalı saçları, kendi cinsiyetinden olanların bile arzuladığı kıvrak vücudu nedeniyle kıskançlıktan doğan nefretini tamamen üzerinde hissediyordu. Çok geçmeden ablasının sahnelediği bir oyunda kurban olarak rol aldı.

O gün kızıl güneşle birlikte uyandı ve şehrin suçlularının sergilerdiği tiyatro oyununda son perdenin ardından sahneyi temizleyen polisleri izleyerek bir köşede oturdu. İşe koyulması için diğer insanların işe gidiyor olması gerekiyordu. Sonra kalabalık öğle saatleri, mesai çıkışı karmaşası, belki arada kimsesiz bir ev... Sonrasında, gece iş çıkmazsa yatağına dönecekti. Ailedeki kardeşlerinden biri, kara derili, tek gözü kör, çelimsiz oğlan; öğleden sonraki bir soygun için ondan yardım istedi. İş fazla kolay ve kazançlıydı; kabul etti. Öğle faslını es geçip eve gitti ve kilitleri açmak için kullanacağı maymuncuk takımını yanına aldı. Mesai çıkışından iki saat kadar önce; ablası, onu işe dahil eden kara derili oğlan ile bir diğer kardeşi şehrin dışındaki üç katlı bir villaya girdiler. O ana kadar tek endişesi bahçedeki bekçi köpeğiydi ama kendisine kurulan tuzağı farkettiğinde yaşadığı panik, köpeğin korkusunu sildi, süpürdü ve içinde bulunduğu durumdan kaçma arzusu bir yelkene dolan güçlü bir rüzgar gibi içine doldu. Adrenalini yükseldi, heyecanı tavan yaptı. Kafasının içinde şimşekler çakıyor, nasıl kurtulabileceğini, ya da bunu nasıl en az zararla atlatabileceğini kestirmeye çalışıyordu. Beyninde tüm bunlar olurken o, kaskatı kesilmiş, gözünü bile kırpmadan karşısında duran ablasına bakıyordu. Ablasının yanındakilere dikkat etmesine gerek yoktu, zira bu orospu yuvası şehirdeki binlerce pezevenkten, en korku duyulan ikilisiydi. İlk şoktan sonra olaylar ışık hızıyla gelişti. Ablası ve kardeşleri yaptıkları alış-verişten kazandıkları paralarını alıp çıktılar. O sırada onu satın alan pezevenklerin iri kıyım, duygu özürlü, hissiz adamları, küçük kızı büyük bir odanın ortasındaki, kocaman yatağa sıkıca bağladılar. Duyguları katı, iradesi sağlamdı. Ağlamak istiyordu ama bu isteğine karşı koydu. Sabaha kadar hiç durmadılar. Yaşattıkları fiziksel acı yüzünden kendinden geçmesine izin vermiyor, sabırla kendine gelmesini bekliyor, kendine geldiğinde tecavüze ve dayağa devam ediyorlardı. Onu ruhundan arındırıp ete, kemiğe, duygusuz bir vücuda indirgemek için dayakla birlikte tecavüz ediyorlardı ki, hiç mi hiç aceleleri de yoktu. Biraz düşünebildiğinde, ona ne yapmak istediklerini anladı ve kendini bıraktı. Gözyaşları yanaklarından yastığa süzülürken, bir volkandan taşmış lavlar gibi geçtiği yerleri yakıp kavuruyordu. Belli ki yüzü iyi dağılmıştı. Gözyaşlarıyla birlikte dayak son buldu ama tecavüz hızlandı. Son damla gözünden akıp kuruduğunda da işkence sona erdi. Onu çözdüler, karanlık duvarları olan, tavanı simsiyah bir odaya taşıdılar. Su içirdiler ve yemesi için hoş kokulu yiyecekler bırakıp, odanın kapısını kilitlediler, çıktılar. Ruhunu ondan alamamışlardı ama ağır yaralamışlardı. Çaresizliğe gömüldüğünü, umudunu tamamen kaybettiğini düşünmeleri için rol yapmış, bunda da başarılı olmuştu. Şimdi ruhu ve vücudu dinlenmeliydi. Ekmekte uyuşturucu olamayacağını tahmin edip yedi, diğer yiyecekleri tuvalete döktü. Yanılmıştı; ekmekte bile uyuşturucu vardı. Sahip olduğu tüm gücü sonuna kadar tüketmişti. Yatağa yığıldı ve ardından kabuslarla dolu bir uykuya daldı.

Rüyasında annesi saçlarını okşuyor, sıcacık bir ezgi mırıldanıyordu. Annesinin yüzünü görebilmek için çabalarken uyandı. Panikle yatağının başucundaki kadından uzağa, duvara doğru kaçtı. Kadın tatlı bir dille onu teselli etti. Bundan sonra yaşayacağı hayatı için öğütler verdi. Yatakta yapacağı numaraları öğretecekti ona. Eskisinden çok daha güzel görünmesini sağlayacak kremleri ve bir sürü kozmetik saçmalığı vardı. Artık adi bir hırsız değil, aranan bir fahişe olacak; harabe bir çatının altında değil, lüks evlerde ömür tüketecekti. Kadından nazikçe bu karanlık odadan onu çıkarmasını istedi. Kadın ona hoş kokulu, güneşin, içinde dans ettiği bir oda verdi. Yeni odasına yine harika kokulu yemekler geldi ve ardından yine kapı kilitlendi. Bu kez tek lokma almadan tuvalete döktü yemekleri. Yemek günde tek öğündü ve saatlerce uyumasına yol açacak kadar uyuşturucu katılmıştı. Ağzına sürmeden tuvalete dökmeli, uyuşmuş olması gerektiği gibi derin bir uykuya yatmalıydı. Açlığına bir çare bulmak için sessizce odada dolaşmaya başladı. Çıt bile çıkarmamalıydı çünkü uyumadığını anlarlarsa foyası ortaya çıkar, zaten son derece berbat olan durumu, daha vahim olabilirdi. Odanın güneşten korunan bir köşesinde, çekmecenin arkasına doğru uzanan bir karınca kervanı keşfetti. Acaba tatları nasıldı? O minicik karıncalarla doyamazdı ama yedi. Parmağını diliyle ıslatıyor, önünden geçen bir iki tanesinin üzerine bastırıyor, ardından ağzına götürüyordu. Tozlu, tatsız, çıtır karınca yahnisi! Yediği karıncalarla asla doymadı ama en azından protein alıyor, hayatta kalıyordu. Seks ve zevk hizmeti eğitimiyle yirmi iki gün meşgul oldu. Eğitimin, onun için en hayati bölümü krema ve meyvelerle yaptıklarıydı. Sakince, aç olduğunu çaktırmadan krema ve meyveleri yiyor, açlığını biraz olsun bastırıyordu. Eğitimi bittikten sonra varolan düzende belli ki açlık çok sıkıntı olacaktı ama imdadına ilk görev gecesi yetişti. Müşterisi belliydi ama vereceği hizmetten önce yemekli bir davet ve bol gürültülü bir eğlence organize edilmişti. Fırsatını bulduğu her an yemek yedi ve heyecanını bastırmak için bir kaç kadeh içki içti. Ortam hâlâ gürültülü, kalabalık ve karmaşıkken müşterisini kandırıp yatağa götürdü. Öğrendiği gibi adamı öpücüklere boğdu, aynı zamanda da adamın soyunmasına yardımcı oldu. Kendi de soyundu ve adamın üzerine tırmandı. Öperek, emerek, diliyle yol çizerek, terli vücudun en sıcak noktasına ulaştı. Adam kocaman elleriyle onu kalçasından yakaladı, kolayca yüz seksen derece çevirirken karşı koymadı. Adamın sıcacık nefesini, diken diken sakalını ve gür bıyığını bacaklarının arasında hissetti. Adamın diliyle yaptıkları harika bir zevk veriyordu. İşine devam etti, vahşi planından vazgeçmeyecekti. Adamın organını yalamaya ve emmeye devam etti. Adamdan aldığı zevk, yapacağı şeyi ertelemesine neden oluyordu. Sonra bir anda kalçalarını sımsıkı kastı ve adamın suratına tüm gücüyle bastırdı. Aynı anda ağzındaki et parçasını çılgınca ısırdı ve hiddetle kopardı. Adam onu üzerinden atmaya çalıştı ama o, adamın kafasını bacaklarının arasına aldı ve kollarıyla adamın bacaklarına sımsıkı sarıldı. Yüzüne kopan organın eskiden varolduğu yerden oluk oluk kan fışkırıyordu. Hayvan herifin can çekişmesi uzun sürdü. Sonunda, adam öldüğünde duşa girdi ve vücudundaki kandan, terden arındı. Biraz önce canını aldığı adamın gösterişli silahı ile kalın bir tomar parasını aldı. Haftalar önce içeri girmek için maymuncukla kilidini açtığı kapıdan bahçeye çıktı. Silahlı muhafızların dikkatini çekmeden sakince otoparka doğru yürüdü. Nöbetçiler içeriyi, dışarıya karşı koruyorlardı; bu yüzden ona bakmadılar bile. Çektiği ottan kafası dumanlı olan valenin önünden rasgele bir anahtar kaptı. Arabaların arasında dolaştı, ararken anahtarın ait olduğu arabayı buldu. İlk defa araba çalacaktı ve yine ilk defa araba sürmek zorundaydı. Maymuncukla nasıl kilit açacağını öğrettiği bir serseri, karşılığında ona araba çalmayı en ince ayrıntısına kadar anlatmıştı. Elbette bu operasyonun içinde arabayı sürmek de vardı, hatırlamaya çalıştı. Direksiyonun başında bir müddet oturdu ve yapması gerekenleri beyninde prova etti. Vitesi boşa aldı, kontağı çevirdi: Sevinç dolu bir gürleme ve ardından düzenli mekanik motor sesi. Debriyaja bastı, vitesi geçirdi, yavaşca gaza dokundu. Sol ayağını yavaşca geri çekerken araba uysalca ileri atıldı. Nefesini tutarak çıkışa doğru sürdü. Kapıda onu durdurmamaları için dua ederken buldu kendini. Mırıldanıyordu. Hiç hayal edemediği olağanüstü bir varlığa yalvarıyordu. Kapıya yaklaştıkca iyice yavaşladı ve mutluluktan bir damla gözyaşı çenesine doğru süzüldü. İçindeki heyecanı bastırdı, ağırca açılan kapıdan biraz hızlıca ama soğukkanlılığını koruyarak geçti. İlk defa araba kullanan biri için oldukca başarılı bir başlangıç yapmıştı. Şehrin ışıklarını görebilmek için kırkbeş dakika boyunca ayağını gazdan çekmeden yol aldı. Şehrin nefret ettiği karanlık sokaklarına sevgiyle baktı. Gün ışıyana kadar arabada oturdu. Birilerinin yardımına ihtiyacı vardı, ayrıca üzerindeki kıyafatle fazla dikkat çekerdi. Sokaktaki tanıdıklarını bir bir aklından geçirdi, birinde karar kıldı. Sokaklardaki rakiplerinden biri olan, sürekli sırıtan, yankesici Japon çocuğun evine gitti. Çocuğun, küçük kızınki gibi bir ailesi yoktu ve hasılatının çoğunu hayatta kalabilmek adına haraç olarak dağıtırdı. Yalnız, yardımsız, özgür, tarafsız çalışırdı. Silahın kocaman namlusunu çocuğun kafasına dayadı ve "Uyan!" diye bağırdı. Çocuk yerinden zıpladı ve nereden eline geçirdiğini anlayamadığı bıçağı ona doğrulttu. Çocuğa gülümsedi ve silahın namlusunu yere çevirdi. Başından geçenleri anlattı Japon'a; konuştular, anlaştılar. Eğer ailesini yok ederlerse Japon'un işleri bollaşır, yankesicilik onun için kolaylaşırdı. Sokakların en kalabalık olduğu öğle saatinde harekete geçtiler. Japon, kara derili körün mıntıkasında ava çıktı. Zencinin tek gözü, Japon'u anında farketti ama ses çıkarmadı. Hırsızdan çalmak, daha doğrusu hırsızın elinden almak daha kolaydı. Japon, yaşlı bir kadının çantasından cüzdanını çaldı, ardından evlerin arasına girdi. Çelimsiz zenci sustalısı eline almasıyla Japon'un peşine düştü. Japon onu ustaca tuzağa çekti. Kör zenci, tek gözünün üzerine doğrultulan namluyu görür görmez korkudan bembeyaz kesildi. Zenci,ablasının, o sarı yılanın yerini söyler söylemez karnına saplanan bıçak bağırsaklarını döktü. Japon, ölü zencinin bedenini bir çukura atmaya razı oldu. O ise ablasının peşine düştü. Zenci doğru söylemişti ama sarı yılanın yanındaki junkielerden bahsetmemişti. İki gram toz için hayatlarındaki herkesi kesebilecek gözü dönmüş müptelalar. Şimdi gerçekten para gerekiyordu, yanındaki paradan çok daha fazlası. Yapılacaklar listesindeki sıralamayı değiştirip, eve gitti. Bu saatte evde Anne ve Baba'dan başka kimsecikler olmazdı. Anne ve Baba birbirlerinden nefret ederler ama her zaman için birbirlerini diğer her şeye karşı kollarlardı. Kapıdan içeri girdi ve Baba'nın suratına silahı doğrulttu. İşaret parmağını dudaklarına götürdü ve sessiz olmasını öğütledi. Birlikte mutfağa girdiler. Buradaki iğrenç kokudan, belki de yaşadığı heyecandan midesi bulandı. Anne ve Baba'nın midelerine birer el ateş etti. -Tam isabet!- İkisi de yerde kıvranmaya başladılar. Anne'nin çetin ceviz olduğunu, ölse gitse bile konuşmayacağını biliyordu. Yine de ilk önce anneye sordu: "Halamın tam ismini ve adresini ver bana. Hemen!" Anne çarpık gülümsemesiyle bir kaç saniye ona baktı ve Zavallı küçüğümdedi. Çılgın bir orospu olmuşsun!" Anne'nin boğazına namluyu dayadı ve soğukkanlılıkla tetiği çekti. Atardamardan seller gibi boşalan kanlar ile yükselen homurtular doldurdu mutfağı. Baba'ya sorması bile gerekmedi. Namluyu yüzüne çevirir çevirmez her şeyleri anlattı! İhtiyacı olan parayı Baba'nın zulasından karşılayacaktı ama paraya tanrı gibi tapan Baba, halasıyla ilgili bildiklerini anlatırken ki konuşkanlığını, para konusunda dilsizlikle takas etmişti. Zulanın yerini söyletebişmek için Baba'nın kulaklarını, dudaklarını, burnunu kesti. İstediğini alır almaz da Baba'nın boğazını tereddütsüz bir çizgiyle kesti. Yüzüne çarpan kan, onun pas kokusu, inanılmaz bir hazza sebep oldu. Japon'dan aldığı giysileri çıkardı, banyoya girip hızlıca temizlendi. Kendi kıyafetlerini, zulasından kendi parasını ve babanın parasını aldı, sonra da bu pislik yuvasını ateşe verdi.


Japon son kez yardım etmeli, ona lazım olan biraz tozu bulmasını sağlamalıydı. Evdeki tüm parayla, alabileceği kadar toz alacaktı. Japon'un sokaktaki tanıdıklarından bir torbacıyla, asıl toptancıya gittiler. Sıkı bir pazarlıkla torbacıya biraz ot, kendilerine de toz aldılar. İkişer gramlık bir kaç paket ve yüz gramlık büyük paket. Araba sürmeye iyice alışmıştı ve saatte doksan kilometre hıza korkmadan çıkabiliyordu. Japon'la birlikte ablasının takıldığı lağım çukuruna gittiler. Silahını nispeten ayık birkaç junkieye doğrulttu, önlerine iki paket fırlattı. "Bu malın sizin olabilmesi için bir şeyler yapmalısınız." Yüzü bembeyaz, dudakları ve saçları kıpkırmızı olan hatun ona doğru korkusuzca yaklaştı ve "Senin mezardaki ebeni bile beceririz güzelim! Tabii bu maldan daha fazla varsa..!" Kızıl hatuna iki gramlık bir paket uzattı, Kızıl'ı arabaya götürdü. Kızıl, altın değerindeki o zehir torbasını gördü. Bu ödül için yapması gereken o sarı kahpeyi öldürmekse, sadece iki küçük pakete bile yapardı. Kızıl hatunun sevgilisi, o sarı kevaşenin vereceği bir kaç gram toz için kendini sarı yılana düzdüren jigololardan biriydi. Sarı kahpenin işi bitikti artık. Kızıl, tüm planı ve Abla'nın yaptıklarını dinledikden sonra sadece "İzlemek ister misin meleğim?" diye sordu. Kendini köhne bir çadırda iki junkieye düzdüren Abla'yakaladı kızıl hatun. Şaşırmış ve sinirlenmiş iki salağa bir paket fırlattı ve "Büyük ikramiye çıktı beyler! Bu orospu ölecek, ama yavaşca. Bu prenses izleyecek ve bu kahpenin bize asla veremeyeceği kadar mal verecek.Ablasının yüzünü jiletledi, junkieler sabaha kadar sarı kevaşeye tecavüz edip, dayak attılar. Merhameti yoktu, merhamete ihtiyacı da yoktu. Kızıl, kendinden geçmiş, sarı saçları kanla boyanmış kahpenin kolunu açtı ve ölümcül dozda zehri damarlarına boşalttı. Küçük kız, Kızıl'a büyük paketi verdi, Japon'a gelmek isteyip istemediğini sordu, maceraperest Japon hiç konuşmadan arabaya doğru yürüdü.

Günlerdir uyumadığından, halasına doğru yol alırken yol üzerindeki ucuz bir motelde mola verip iki gün dinlendiler, ikinci gün öğlen yeniden yola koyuldular. Şehirden saatlerce batıda, halasının evinin civarında her şey çok yeşildi; tıpkı mutlu günlerden aklında kalanlar gibi! Silahını beline yerleştirdi, hiç görmediği ve neye benzediğini dahi bilmediği halasının kapısını çaldı. Kapıyı yaşlı, oldukça kibar bir adam açtı, halasının emektar uşağıydı. Onu içeri aldı, Japon arabada bekliyordu, uşakla birlikte verandaya çıktılar. Halası kitap okuyordu, küçük kıza döndü, "Bir hırsızın kapı çalması ilginç!" dedi. "Artık sadece hırsız değilim, çılgın ve nefret dolu bir fahişeyim!" diye cevapladı. Halası şaşırmadı, neden geldiğini, ne istediğini sormadı. "Annene iyi bir arkadaş, babana iyi bir kardeş, sana iyi bir hala olamadım! Şimdi ne yapmak istersen yap! Hatta uşağımın da sana yardım etmesi izin veriyorum. Seni güçlü kılan ızdıraplı yıllardan sonra bu ev ve tüm param senin. Ailenin, ailemizin tüm fotoğrafları, annenle babanın bazı özel eşyaları çatıda." Silahını eline aldı, usulca halasının yanına oturdu. Halasının yüzünü sol elinin içine aldı, doğruca halasının çakır gözlerine baktı, dudaklarına sert bir öpücük kondurdu ve yaşlı kadının tam kalbine doğrulttuğu silahının tetiğine bastırdı. Halasının kalbini parçalayan kurşun, ardında sıcak, siyah bir kan gölü bırakarak uzaklara gitti. "Ölür ölmez kalbinin yerine bir taş koy ve göm!" diye emretti uşağa, uşağın beyninde yankılanırken kelimeler: "İntikam, soğuk veya sıcak farketmeden mutlaka yenmesi gereken bir yemektir!"


~SON~

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder