Küçük Kız
Güneş
yeni bir karmaşaya ışık tutmak için gittiğinde, gece
kötülüklere kucak açar. O karanlığın sinsi sessizliğinde
çığlıklar gizlidir. Çılgın kahkahaları, acı haykırışlar
takip eder. Polis sireni, sahneyi tamamlayan bir aksesuardır.
Polisler bu iğrenç oyunda perde arkasındadır ve aktörlere sufle
verirler. Kan, şiddet ve para farklı yönlere doğru, birbirleriyle
harmoni içinde akar.
Gündüzün masum yüzleri,
gece çöktüğünde maskelarını takıp rollerini başarıyla
oynar. Bu şehirde iyi insana yer yoktur; ya
ölürler ya da öldürerek hayatta kalırlar ve iyi birer kötü
olurlar. Onların içinde, diğer kötülerden farklı olarak öfke
ve nefret alevlenir. Bizim öykümüz şirin bir küçük kızın bu
şehirde varoluş hikayesidir.
Yeşil!
Mutlu günlerden hatırladığı tek şey yeşil! Ne annesi, ne
babası, ne evi... Sadece yeşil! Yeşilden sonrası,
hiç görmediği halasının,
ona bakmaları için yüklü bir miktar para karşılığı anlaştığı
yankesici aile! Ailede ne Anne gerçek anne,
ne Baba gerçek baba,
ne de çocuklar
birbirlerinin gerçek kardeşi... Onları birarada tutan kan bağı
değil, hayat bağı. Birlikte yaşamazlarsa anında kurda kuşa yem
olur, çarklar arasında ezilir, yok olurlar.
Henüz
yedi yaşında okuma-yazma ile birlikte hırsızlık sanatının
inceliklerini de öğrendi. Nasıl çalacağı kadar, kimden çalacağı
da önemliydi. Yanlış kişiden çalması, uçurumdan atlamasındam
daha korkunç bir ölüme sebep olabilirdi. Hırsızlık sanatının
çok usta bir sanatçısı olduğunu kanıtladığında onaltı
yaşındaydı. Bir günde tek başına üç lüks evi soymuş, evlere
sanki evin sahibiymişcesine, ön kapıdan, kilitleri maymuncukla
açarak girmişti. Bulabildiği tüm parayı ve değerli taşları
almış, akşam olmadan elde ettiği hasılatıyla evde saygıdeğer
bir konuma sahip olmuştu. Soluk, gösterişsiz, kısa sarı saçları,
küçük mavi gözleri ve çarpık ağzıyla karşı cinsin ilgisini
yeterince çekemeyen ablasının; hırsızlıktaki hünerli elleri,
parlak kestane rengi dalgalı saçları, kendi cinsiyetinden
olanların bile arzuladığı kıvrak vücudu nedeniyle kıskançlıktan
doğan nefretini tamamen üzerinde hissediyordu. Çok geçmeden
ablasının sahnelediği bir oyunda kurban olarak rol aldı.
O
gün kızıl güneşle birlikte uyandı ve şehrin suçlularının
sergilerdiği tiyatro oyununda son perdenin ardından sahneyi
temizleyen polisleri izleyerek bir köşede oturdu. İşe
koyulması için diğer insanların işe gidiyor olması gerekiyordu.
Sonra kalabalık öğle saatleri, mesai çıkışı karmaşası,
belki arada kimsesiz bir ev... Sonrasında,
gece iş çıkmazsa yatağına dönecekti. Ailedeki kardeşlerinden
biri,
kara derili, tek gözü kör, çelimsiz oğlan; öğleden sonraki bir
soygun için ondan yardım istedi. İş
fazla kolay ve kazançlıydı; kabul etti. Öğle faslını es geçip
eve gitti ve kilitleri açmak için kullanacağı maymuncuk takımını
yanına aldı. Mesai çıkışından iki saat kadar önce; ablası,
onu işe dahil eden kara derili oğlan ile bir diğer kardeşi şehrin
dışındaki üç katlı
bir villaya
girdiler. O ana kadar tek endişesi bahçedeki bekçi köpeğiydi ama
kendisine kurulan tuzağı farkettiğinde yaşadığı panik, köpeğin
korkusunu sildi, süpürdü ve içinde bulunduğu durumdan kaçma
arzusu bir yelkene dolan güçlü bir rüzgar gibi içine doldu.
Adrenalini yükseldi, heyecanı tavan yaptı. Kafasının içinde
şimşekler çakıyor, nasıl kurtulabileceğini, ya da bunu nasıl
en az zararla atlatabileceğini kestirmeye çalışıyordu. Beyninde
tüm bunlar olurken o, kaskatı kesilmiş, gözünü bile kırpmadan
karşısında duran ablasına bakıyordu. Ablasının yanındakilere
dikkat etmesine gerek yoktu, zira bu orospu yuvası şehirdeki
binlerce pezevenkten, en korku duyulan ikilisiydi.
İlk şoktan sonra
olaylar ışık hızıyla gelişti. Ablası ve kardeşleri yaptıkları
alış-verişten kazandıkları paralarını
alıp çıktılar. O sırada onu satın alan pezevenklerin iri kıyım,
duygu özürlü, hissiz adamları, küçük kızı büyük bir odanın
ortasındaki, kocaman yatağa sıkıca bağladılar.
Duyguları katı, iradesi sağlamdı. Ağlamak istiyordu ama bu
isteğine karşı koydu. Sabaha kadar hiç durmadılar. Yaşattıkları
fiziksel acı yüzünden kendinden geçmesine izin vermiyor, sabırla
kendine gelmesini bekliyor,
kendine geldiğinde tecavüze ve dayağa devam ediyorlardı. Onu
ruhundan arındırıp ete, kemiğe, duygusuz bir vücuda indirgemek
için dayakla birlikte tecavüz ediyorlardı ki, hiç mi hiç
aceleleri de yoktu. Biraz düşünebildiğinde,
ona ne yapmak istediklerini anladı ve kendini bıraktı. Gözyaşları
yanaklarından yastığa süzülürken, bir volkandan taşmış
lavlar gibi geçtiği yerleri yakıp kavuruyordu. Belli ki yüzü iyi
dağılmıştı. Gözyaşlarıyla birlikte dayak son buldu ama
tecavüz hızlandı. Son damla gözünden akıp kuruduğunda da
işkence sona erdi. Onu çözdüler, karanlık duvarları olan,
tavanı simsiyah bir odaya taşıdılar. Su içirdiler ve yemesi için
hoş kokulu yiyecekler bırakıp, odanın kapısını kilitlediler,
çıktılar. Ruhunu ondan alamamışlardı ama ağır yaralamışlardı.
Çaresizliğe gömüldüğünü, umudunu tamamen kaybettiğini
düşünmeleri için rol yapmış, bunda da başarılı olmuştu.
Şimdi ruhu ve vücudu dinlenmeliydi. Ekmekte uyuşturucu
olamayacağını tahmin edip yedi, diğer yiyecekleri tuvalete döktü.
Yanılmıştı; ekmekte bile uyuşturucu vardı. Sahip olduğu tüm
gücü sonuna kadar tüketmişti. Yatağa yığıldı ve ardından
kabuslarla dolu bir uykuya daldı.
Rüyasında
annesi saçlarını okşuyor, sıcacık bir ezgi mırıldanıyordu.
Annesinin yüzünü görebilmek için çabalarken uyandı. Panikle
yatağının başucundaki kadından uzağa,
duvara doğru
kaçtı. Kadın tatlı bir dille onu teselli etti. Bundan sonra
yaşayacağı hayatı için öğütler verdi. Yatakta yapacağı
numaraları öğretecekti ona. Eskisinden çok daha güzel
görünmesini sağlayacak kremleri ve bir sürü kozmetik saçmalığı
vardı. Artık adi bir hırsız değil,
aranan bir fahişe olacak; harabe bir çatının altında değil,
lüks evlerde ömür tüketecekti.
Kadından nazikçe
bu karanlık odadan onu çıkarmasını istedi. Kadın ona hoş
kokulu, güneşin,
içinde dans ettiği bir oda verdi. Yeni odasına yine harika kokulu
yemekler geldi ve ardından yine kapı kilitlendi.
Bu kez tek lokma almadan tuvalete döktü yemekleri. Yemek günde tek
öğündü ve saatlerce uyumasına yol açacak kadar uyuşturucu
katılmıştı. Ağzına sürmeden tuvalete dökmeli, uyuşmuş
olması gerektiği gibi derin bir uykuya yatmalıydı. Açlığına
bir çare bulmak için sessizce odada dolaşmaya başladı. Çıt
bile çıkarmamalıydı çünkü uyumadığını anlarlarsa foyası
ortaya çıkar, zaten son derece berbat olan durumu, daha vahim
olabilirdi. Odanın güneşten korunan bir köşesinde, çekmecenin
arkasına doğru uzanan bir karınca kervanı keşfetti. Acaba
tatları nasıldı? O minicik karıncalarla doyamazdı ama yedi.
Parmağını diliyle ıslatıyor, önünden geçen bir iki tanesinin
üzerine bastırıyor, ardından ağzına götürüyordu. Tozlu,
tatsız, çıtır karınca yahnisi! Yediği karıncalarla asla
doymadı ama en azından protein alıyor, hayatta kalıyordu. Seks ve
zevk hizmeti eğitimiyle yirmi iki gün meşgul oldu. Eğitimin, onun
için en hayati bölümü krema ve meyvelerle yaptıklarıydı.
Sakince, aç olduğunu çaktırmadan krema ve meyveleri yiyor,
açlığını biraz olsun bastırıyordu. Eğitimi bittikten sonra
varolan düzende belli ki açlık çok sıkıntı olacaktı ama
imdadına ilk görev gecesi
yetişti. Müşterisi belliydi ama vereceği hizmetten önce yemekli
bir davet ve bol gürültülü bir
eğlence organize
edilmişti. Fırsatını bulduğu her an yemek yedi ve heyecanını
bastırmak için bir kaç kadeh içki içti. Ortam hâlâ
gürültülü,
kalabalık ve karmaşıkken müşterisini kandırıp yatağa götürdü.
Öğrendiği gibi adamı öpücüklere boğdu, aynı zamanda da
adamın soyunmasına yardımcı oldu. Kendi de soyundu ve adamın
üzerine tırmandı. Öperek, emerek, diliyle yol çizerek, terli
vücudun en sıcak noktasına ulaştı. Adam kocaman elleriyle onu
kalçasından yakaladı, kolayca yüz seksen derece çevirirken karşı
koymadı. Adamın sıcacık nefesini, diken diken sakalını ve gür
bıyığını bacaklarının arasında hissetti. Adamın diliyle
yaptıkları harika bir zevk veriyordu. İşine devam etti, vahşi
planından vazgeçmeyecekti. Adamın organını yalamaya ve emmeye
devam etti. Adamdan aldığı zevk, yapacağı şeyi ertelemesine
neden
oluyordu. Sonra bir anda kalçalarını sımsıkı kastı ve adamın
suratına tüm gücüyle bastırdı. Aynı anda ağzındaki et
parçasını çılgınca ısırdı ve hiddetle
kopardı. Adam onu
üzerinden atmaya çalıştı ama o,
adamın kafasını
bacaklarının arasına aldı ve kollarıyla adamın bacaklarına
sımsıkı sarıldı. Yüzüne kopan organın eskiden varolduğu
yerden oluk oluk kan fışkırıyordu. Hayvan herifin can çekişmesi
uzun sürdü. Sonunda,
adam öldüğünde
duşa girdi ve vücudundaki kandan, terden arındı. Biraz önce
canını aldığı adamın gösterişli silahı ile kalın bir tomar
parasını aldı. Haftalar önce içeri girmek için maymuncukla
kilidini açtığı kapıdan bahçeye çıktı. Silahlı muhafızların
dikkatini çekmeden sakince otoparka doğru yürüdü. Nöbetçiler
içeriyi,
dışarıya karşı koruyorlardı; bu yüzden ona bakmadılar bile.
Çektiği ottan kafası dumanlı olan valenin önünden rasgele bir
anahtar kaptı. Arabaların arasında dolaştı, ararken anahtarın
ait olduğu arabayı buldu. İlk defa araba çalacaktı ve yine ilk
defa araba sürmek zorundaydı. Maymuncukla nasıl kilit açacağını
öğrettiği bir serseri, karşılığında ona araba çalmayı en
ince ayrıntısına kadar anlatmıştı. Elbette bu operasyonun
içinde arabayı sürmek de vardı, hatırlamaya çalıştı.
Direksiyonun başında bir müddet oturdu ve yapması gerekenleri
beyninde prova etti. Vitesi boşa aldı, kontağı çevirdi: Sevinç
dolu bir gürleme ve ardından düzenli mekanik motor sesi. Debriyaja
bastı, vitesi geçirdi, yavaşca gaza dokundu. Sol ayağını
yavaşca geri çekerken araba uysalca ileri atıldı. Nefesini
tutarak çıkışa doğru sürdü. Kapıda onu durdurmamaları için
dua ederken buldu kendini. Mırıldanıyordu. Hiç hayal edemediği
olağanüstü bir varlığa yalvarıyordu. Kapıya yaklaştıkca
iyice yavaşladı ve mutluluktan bir damla gözyaşı çenesine doğru
süzüldü. İçindeki heyecanı bastırdı, ağırca açılan
kapıdan biraz hızlıca ama soğukkanlılığını koruyarak geçti.
İlk
defa araba kullanan biri
için oldukca
başarılı bir başlangıç yapmıştı. Şehrin ışıklarını
görebilmek için kırkbeş dakika boyunca ayağını gazdan çekmeden
yol aldı. Şehrin
nefret ettiği karanlık sokaklarına
sevgiyle baktı. Gün ışıyana kadar arabada oturdu. Birilerinin
yardımına ihtiyacı vardı, ayrıca üzerindeki kıyafatle fazla
dikkat çekerdi. Sokaktaki tanıdıklarını bir bir aklından
geçirdi, birinde karar kıldı. Sokaklardaki rakiplerinden biri
olan, sürekli sırıtan, yankesici Japon çocuğun evine gitti.
Çocuğun, küçük kızınki gibi bir ailesi yoktu ve hasılatının
çoğunu hayatta kalabilmek adına haraç olarak dağıtırdı.
Yalnız, yardımsız, özgür, tarafsız çalışırdı. Silahın
kocaman namlusunu çocuğun kafasına dayadı ve "Uyan!"
diye bağırdı. Çocuk yerinden zıpladı ve nereden eline
geçirdiğini anlayamadığı bıçağı ona doğrulttu. Çocuğa
gülümsedi ve silahın namlusunu yere çevirdi. Başından geçenleri
anlattı Japon'a; konuştular, anlaştılar. Eğer ailesini yok
ederlerse
Japon'un işleri bollaşır, yankesicilik onun için kolaylaşırdı.
Sokakların en kalabalık olduğu öğle saatinde harekete geçtiler.
Japon, kara derili körün mıntıkasında ava çıktı. Zencinin tek
gözü, Japon'u anında farketti ama ses çıkarmadı. Hırsızdan
çalmak, daha doğrusu hırsızın
elinden almak daha
kolaydı. Japon,
yaşlı bir kadının çantasından cüzdanını çaldı, ardından
evlerin arasına girdi. Çelimsiz zenci sustalısını
eline almasıyla Japon'un peşine düştü. Japon onu ustaca tuzağa
çekti. Kör zenci, tek gözünün üzerine doğrultulan
namluyu görür görmez korkudan bembeyaz kesildi. Zenci,ablasının,
o sarı yılanın yerini söyler söylemez karnına saplanan bıçak
bağırsaklarını döktü. Japon, ölü zencinin bedenini bir çukura
atmaya razı oldu. O ise ablasının peşine düştü. Zenci doğru
söylemişti ama sarı yılanın yanındaki junkielerden
bahsetmemişti. İki
gram toz için hayatlarındaki herkesi kesebilecek gözü dönmüş
müptelalar. Şimdi gerçekten para gerekiyordu, yanındaki paradan
çok daha fazlası. Yapılacaklar listesindeki sıralamayı
değiştirip, eve gitti. Bu saatte evde Anne ve Baba'dan başka
kimsecikler olmazdı. Anne ve Baba birbirlerinden nefret ederler ama
her zaman için birbirlerini diğer her şeye karşı kollarlardı.
Kapıdan içeri girdi ve Baba'nın suratına silahı doğrulttu.
İşaret
parmağını dudaklarına götürdü ve sessiz olmasını
öğütledi. Birlikte mutfağa girdiler. Buradaki iğrenç kokudan,
belki de yaşadığı heyecandan midesi bulandı. Anne ve Baba'nın
midelerine birer el ateş etti. -Tam isabet!- İkisi
de yerde kıvranmaya başladılar. Anne'nin çetin ceviz olduğunu,
ölse gitse bile
konuşmayacağını
biliyordu. Yine
de ilk önce
anneye sordu:
"Halamın tam ismini ve adresini ver bana. Hemen!" Anne
çarpık gülümsemesiyle bir kaç saniye ona baktı ve “Zavallı
küçüğüm”
dedi. “Çılgın
bir orospu olmuşsun!" Anne'nin
boğazına namluyu
dayadı ve soğukkanlılıkla tetiği çekti. Atardamardan seller
gibi boşalan kanlar ile yükselen homurtular doldurdu mutfağı.
Baba'ya sorması bile gerekmedi. Namluyu yüzüne çevirir çevirmez
her şeyleri anlattı! İhtiyacı olan parayı Baba'nın zulasından
karşılayacaktı ama paraya tanrı gibi tapan Baba, halasıyla
ilgili bildiklerini anlatırken ki konuşkanlığını, para
konusunda dilsizlikle takas etmişti. Zulanın yerini söyletebişmek
için Baba'nın kulaklarını, dudaklarını, burnunu kesti.
İstediğini alır almaz da Baba'nın
boğazını tereddütsüz bir çizgiyle kesti. Yüzüne çarpan kan,
onun pas kokusu,
inanılmaz bir hazza sebep oldu. Japon'dan aldığı giysileri
çıkardı, banyoya girip hızlıca temizlendi. Kendi kıyafetlerini,
zulasından kendi parasını ve babanın parasını aldı, sonra da
bu pislik yuvasını ateşe verdi.
Japon
son kez yardım etmeli, ona lazım olan biraz tozu bulmasını
sağlamalıydı. Evdeki tüm parayla, alabileceği kadar toz
alacaktı. Japon'un sokaktaki tanıdıklarından bir torbacıyla,
asıl toptancıya gittiler. Sıkı bir pazarlıkla torbacıya biraz
ot, kendilerine de toz aldılar. İkişer
gramlık bir kaç
paket ve yüz gramlık büyük paket. Araba sürmeye iyice alışmıştı
ve saatte doksan kilometre hıza korkmadan çıkabiliyordu. Japon'la
birlikte ablasının
takıldığı lağım çukuruna gittiler. Silahını nispeten ayık
birkaç junkieye doğrulttu, önlerine iki paket fırlattı. "Bu
malın sizin olabilmesi için bir şeyler yapmalısınız." Yüzü
bembeyaz, dudakları
ve saçları kıpkırmızı olan hatun ona doğru korkusuzca yaklaştı
ve "Senin mezardaki ebeni bile beceririz güzelim! Tabii
bu maldan daha fazla varsa..!"
Kızıl hatuna iki gramlık bir paket uzattı, Kızıl'ı arabaya
götürdü. Kızıl, altın değerindeki o zehir torbasını gördü.
Bu ödül için yapması gereken o sarı kahpeyi öldürmekse, sadece
iki küçük pakete bile yapardı. Kızıl hatunun sevgilisi, o sarı
kevaşenin vereceği bir kaç gram toz için kendini sarı yılana
düzdüren jigololardan biriydi. Sarı kahpenin işi bitikti artık.
Kızıl,
tüm planı ve Abla'nın yaptıklarını dinledikden sonra sadece
"İzlemek
ister misin meleğim?" diye sordu. Kendini köhne bir çadırda
iki junkieye düzdüren Abla'yı
yakaladı kızıl
hatun. Şaşırmış ve sinirlenmiş iki salağa bir paket fırlattı
ve "Büyük ikramiye çıktı beyler! Bu orospu ölecek, ama
yavaşca. Bu prenses izleyecek ve bu kahpenin bize asla veremeyeceği
kadar mal verecek.”
Ablasının yüzünü
jiletledi, junkieler sabaha kadar sarı
kevaşeye tecavüz
edip, dayak attılar.
Merhameti yoktu,
merhamete ihtiyacı da yoktu. Kızıl, kendinden geçmiş, sarı
saçları kanla boyanmış kahpenin kolunu açtı ve ölümcül dozda
zehri damarlarına boşalttı. Küçük kız, Kızıl'a büyük
paketi verdi, Japon'a gelmek isteyip istemediğini sordu,
maceraperest Japon
hiç konuşmadan arabaya doğru yürüdü.
Günlerdir
uyumadığından, halasına doğru yol alırken yol üzerindeki ucuz
bir motelde mola verip
iki gün
dinlendiler, ikinci gün öğlen
yeniden yola
koyuldular. Şehirden
saatlerce batıda, halasının evinin civarında her şey çok
yeşildi;
tıpkı mutlu
günlerden aklında kalanlar gibi! Silahını beline yerleştirdi,
hiç görmediği ve neye benzediğini dahi bilmediği halasının
kapısını çaldı. Kapıyı yaşlı, oldukça kibar bir adam açtı,
halasının emektar uşağıydı. Onu içeri aldı, Japon arabada
bekliyordu, uşakla birlikte verandaya çıktılar. Halası kitap
okuyordu, küçük kıza döndü,
"Bir hırsızın
kapı çalması ilginç!" dedi. "Artık sadece hırsız
değilim, çılgın ve nefret dolu bir fahişeyim!" diye
cevapladı. Halası şaşırmadı, neden geldiğini, ne istediğini
sormadı. "Annene iyi bir arkadaş, babana iyi bir kardeş, sana
iyi bir hala olamadım! Şimdi ne yapmak istersen yap! Hatta uşağımın
da sana yardım etmesi izin veriyorum. Seni güçlü kılan ızdıraplı
yıllardan sonra bu ev ve tüm param senin. Ailenin, ailemizin tüm
fotoğrafları, annenle babanın bazı özel eşyaları çatıda."
Silahını eline aldı, usulca halasının yanına oturdu. Halasının
yüzünü sol elinin içine aldı, doğruca halasının çakır
gözlerine baktı, dudaklarına sert bir öpücük kondurdu ve yaşlı
kadının tam kalbine doğrulttuğu silahının tetiğine bastırdı.
Halasının kalbini parçalayan kurşun, ardında sıcak, siyah bir
kan gölü bırakarak uzaklara gitti. "Ölür
ölmez kalbinin yerine bir taş koy ve göm!" diye emretti
uşağa, uşağın beyninde yankılanırken kelimeler: "İntikam,
soğuk veya sıcak farketmeden mutlaka yenmesi gereken bir yemektir!"
~SON~
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder