Sonlu bir hayatın, sonsuz
ihtimallerini yaşıyorduk. Ben, sevgilim, sevgilimin arkadaşı ve
sevgilimin arkadaşının sevgilisi; dördümüz sıkıcı bir öğle
yemeğindeydik. O kadar sıkıcıydı ki yemekler bile bu
sıkıcılıktan kurtulmak için bir an önce mideye girmeye can
atıyorlardı. Sevgilim inanılmaz abartılı bir biçimde beni
övüyordu masadakilere. Onun sürekli abartması bende kusma hissi
uyandırıyor, bu histen kurtulmak için aldığım derin nefesler
başımı ağrıtıyordu. Sevgilimin bana tapınması bittikten
sonra, sevgilimin arkadaşının sevgilisinin benimle birlikte
takılmak istemesi sorunu ortaya çıktı. Adamın adını bir türlü
hatırlayamadığım mükemmel bir mesleği vardı, tonla da parası.
Bana soracak olursanız profesyonel bir gerizekalıydı. Adam beni
yere yapıştırmak isteyen kelebek desenli, uçuk kırmızı renkli
plastik bir sineklik gibi bir o yandan, bir bu yandan üzerime doğru
saldırıyordu. Onun bitmek bilmez tekliflerini, iğrenç ısrarını
savuşturmaktan çok yorulunca onu susturup, taarruza geçtim: "Bak
koçum; seni hiç sevmedim, senin gibi bir amcıkla bir sanisemi bile
beraber geçirmek istemiyorum. Senin götü boklu yancın
olmayacağım, bir daha konuşursan ağzının yayını sikerim!"
Masadaki hiç kimse yemek bitene kadar bir daha konuşmadı. Bir kaç
kez düşüncelerini anlamaya çalışarak sevgilimin suratına
baktım, bir bok anlayamadım. Sessizlikten memnun kalan yemekler,
masada esen soğuk rüzgarlara aldırmadan mutlu mesut midelere
indiler. Yemekten sonra bir şey olmamış gibi adamın elini sıkıp,
iyi günler falan diledim. Sonuçta hesabı o ödemişti; hesap
ödemekte pek iyi değildim ama fevkalade teşekkür edebiliyordum.
Üç beş yavşağın organize edip,
diğer tüm yavşakları da davet etttiği, sikimsonik bir yardım
etkinliğiydi. Yardıma muhtaç orospu çocukları sikimde değildi,
ben evde televizyon karşısında sevgilimle koyun koyuna
reklamlarımı izlemek istiyordum. Fazlasıyla hoşnutsuz bir şekilde
açılış konuşması yapılacak geniş salona sürüklendim. Bu
sirki tertipleyen kahpe şimşek hızıyla konuyu özetledi; beni bu
işkenceden hızlıca azat ettiği için kadına müteşşekkirdim,
sırf kısacık konuşmasının hatırına bir kaç yüz kağıt
domaldım. Konuşma bittikten sonra sevgilimi onca süslü kancığın
arasında kaybettim. Kim bilir nerede dedikodu yapıyordu? Sevgilimin
beni serbest bırakmasından memnun, ellerim cebimde gezinmeye
başladım. Garsonların biri geliyor, biri gidiyor; kimisi tek
lokmalık bayat kanepeler sunuyor, kimisi de yüzlerce çeşit, renk
ve boyutta içki servis ediyordu. Sevgilim içki içmemi yasakladığı
için içemiyordum ama bu samimiyetsiz pezevenkler ayık çekilecek
gibi değillerdi. Yine de söz sözdü, içmiyordum. Sevgilim benim
içmemden hoşnut değildi, ben de sevgilimin hoşnut olmamasından
hoşnut değildim, yani asla içmiyordum.
Hem benimle sohbet etmeye çalışan
puştlardan kaçmak, hem de biraz kirli hava almak için mekanın
sigara içenlere tahsis edilen, bir üst kattaki balkonuna çıktım.
Çıktım ama balkon içeriden daha kalabalıktı, göt göte sigara
içip, yaygara yaparak konuşan bir sürü insan. Hemen tekrar içeri
kaçıp, bir kat daha yukarı çıktım. Loş koridorlarda biraz
gezinip, rahatça sigara içebileceğim bir yer aradım. Derken evin
balkonuna beş basacak büyüklükte olan ama kimse bulamasın diye
kapısı saklanan terasa çıktım. Biraz abartmış olabilirim, kapı
saklanmış yada kilitli falan değildi; sadece aşağıdakiler
ultra geri zekalı olduklarından göt kadar balkona tıkışmışlar,
alternatif aramaya kalkmamışlardı. Sigaramı yakıp, düşüncelerimi
de beraberinde ateşledim. Bu aptallar benim gibi kibirli bir
pezevenge nasıl tahammül ediyorlardı? Neden arayıp duruyorlardı,
neden benimle görüşmek istiyorlardı, neden benimle oynuyorlardı,
neden benimle takılıyorlardı, neden benim gibi kibirli bir orospu
çocuğuyla? Hem sevgilimin benden çıkarı neydi de benimle
birlikteydi. Çirkin herifin tekiydim, inatçıydım, aptaldım,
huysuzdum, tüm arkadaşlarından nefret ediyordum, ondan çok daha
az para kazanıyordum. Belki yazar olduğum içindir ama o biraz
zorlamasa yazmazdım, zaten boktan şeyler yazıyordum, kimlerin
okuduğunu, okumaya değer bulduğunu bile bilmiyordum. Üstelik
sevgilim gayet güzel bir kadındı, istediği an beni bırakıp,
benim on katım daha iyi bir herifle takılabilirdi. Belki beni
sevdiği içindir diye kibirle iddia edecek oldum, sonra hemen
çürüttüm bu tezimi. Hem ben onu seviyor muydum ki, hayır.
Yatakta da iyi değildim, hep erken boşalıyordum, fazlasıyla
bencil olduğumdan onun orgazm olup olmaması benim ve çükümün
umrunda olmuyordu; peki neydi benden çıkarı? Ben onun parasını
yiyordum, evinde kalıyordum, yalnızlığımı gideriyor, gecelerimi
dolduruyordum onunla, peki onun kazancı neydi bu işten? Hah! Belki
de beni oyuncağı olarak görüyordu. Sonuçta hemen her istediğini
yapıyordum, kolayıma geliyordu. İstemediğim yerlere sürükleniyor,
istemediğim şeyler giyiyor, istemediğim insanlarla tanışıyordum.
İstemediklerimi yaptırabiliyordu ama nefret ettiklerim için ısrar
dahi etmiyordu. Bir keresinde: "Neden arabayı sen
kullanmıyorsun ki?" dedi. Çünkü araba kullanmaktan nefret
ediyordum, tüm dikkatimi trafiğe, gaza, frene, debriyaja, vitese,
aynalara falan vermek zorunda kalıyordum ki, tüm dikkatimi
vermekten nefret ederim. O günden beri arabayı hep o kullanıyordu,
bir daha lafını dahi etmedi. Bunları düşünmeye devam ederken,
sigaramdan çektiği duman boğazıma testere gibi saplandı.
Sigaramın tütünü bitmiş, götveren filtrenin ucu yanmış, onun
gırtlak siken dumanını çekmiştim. İkiye yamulup ciğerimi
sökmeye çalışan bir öksürük konçertosuna başladım; gözlerim
halime acıyarak zorlama bir ağlama girişiminde bulundu. Tam
ciğerimin ucu boğazıma kadar çıkmıştı ki, yeri dikizleyen
gözlerimin önüne parlak, bordo renkli, elmas tokaları olan bir
çift topuklu ayakkabı geldi. O ayakkabıları, o ayakkabıları
giyen bacakları, o bacakları tutan kalçaları, kalçaların keskin
virajlarla yukarı uzandığı belini, bedeninin üstünde bir
tapınak gibi duran göğüslerini sırasıyla izleyerek yavaşca
doğruldum, kadın elindeki bardaktan bir yudumu dudaklarıma
bastırdı, içirdi. Genzimi yakan yoğun
alkol, son bir yutkunma
öncesi öksürüğüyle birlikte beni rahatlattı. Bu yardımsever
kızıl saçlı kadına süslü bir
iltifatla birlikte teşekkür
ettim. Sonra kendimi tutamayıp dudaklarına, sanki kadını
bütünüyle yutmak istermişcesine dudaklarımla sarıldım. Kadın
önceden bunu her ayrıntısına kadar planlamışız gibi, nefes
bile almadan öpüşüyordu. Dudaklarımın uyuştuğunu
hissettiğimde dudaklarımı, dudaklarından geri çektim, kadının
belini kollarımla dolamıştım, onu iyice kendime bastırarak
çenesine, çenesinden bembeyaz boynuna kayarak ıslak, ateşli, sert
öpücükler konduruyordum. Sonunda kulağına kadar gelip nefes
nefese "Seni sadece sikmek istiyorum." diye fısıldadım.
Kadın kollarımdan kurtuldu, ben de bunu ilk hissettiğim anda
kollarımı gevşetip buna izin verdim. Çantasından bir kağıt
çıkardı, numarasını yazıp, bir eliyle belime dolandı, diğer
eliyle smokinimin cebine numarasını yazdığı kağıdı
tıkıştırdı, dudağımın hemen kenarından beni öptü.
Gülümseyerek arkamı döndüm, içeri girdim. Cebimdeki kağıdı
nemli avucumda buruşturup yere attım. Terden sırılsıklam, önce
öksürükten sonra azmaktan kıpkırmızı olan yüzümle sevgilimi
aramaya koyuldum. Merdivenlerden inerken karşılaştığım birine
sevgilimi sordum, onun da beni aradığını söyledi. Alt katta
pembe bir fiskosun etrafında, bir kaç yavşak, üç beş kahpeyle
birlikte sohbet ediyordu; uzaktan benim yaklaştığımı görünce
bana doğru yürümeye başladı. Beni o sohbet ettiği sayın
insancıklarla tanıştırmak istedi, "Siktir et; sonsuzdan
hemen önce ilgileniriz onlarla, gidelim." diyerek elini sımsıkı
tuttum. İtirazsız benimle dışarı çıktı, "Mutlu
görünüyorsun." dedi. " Sana anlatacağım şeyler var,
hadi gidelim, yolda anlatırım." dedim. Arabaya bindik, motoru
çalıştırdı, yavaşca harekete geçirdi içinde bulunduğumuz
kütleyi, eve doğru yola koyulduk. Sormasını beklemeden terasta
olanları anlattım; kadının dudaklarına nasıl tecavüz ettiğimi,
kulağına neler fısıldadığımı, her şeyi. Önce tepkisiz
dinliyodu ama kadının kulağına "Seni sadece sikmek
istiyorum!" diye
fısıldadığımı duyunca kahkalara boğuldu.
Ben anlatmaya devam ettim, bitirdim. Tebessümle beni izliyordu, ne
tepki vereceğini kestirmek için ben de onu izliyordum, soğukkanlı
olmaya çalışıyordum. "İşte seni bu yüzden seviyorum!"
dedi. Hangi nedenle sevdiğini anlamadım, nedeni umrumda değildi.
"Ben de seni çok seviyorum!" diye karşılık verdim.
Neden sevdiğimi, nasıl sevdiğimi bilmiyodum, o an sadece
sevdiğimi farketmiştim, gerçekten sevdiğimi. Eve kadar bir daha
konuşmadık, sadece yanyana arabada otururken altımızdan akan yolu
izleyip, seviştik...