Sanki çıkmaz bir sokaktayım! Sokağın başını tutmuşlar geri dönemiyorum, sokağın sonu yıkılmaz bir duvar! Yumruklar, tekmeler atıyorum duvara; bağırıyorum çıkmak için sokağın başındakilere ama hepsi nafile! Artık hiç seçenek kalmadı, ya sokağın başındakiler çıkmama izin verecek, ya o duvar bir mucizeyle yıkılacak ya da sonsuza kadar bu çıkmaz sokakta yaşayacağım!
17 Temmuz 2013 Çarşamba
12 Temmuz 2013 Cuma
Kırmızı Pantolonlu Lacivert Çocuk
Yağmur sonrası sıcak bir nisan öğleden sonrasında, elindeki hiçbir şeyle güneşin tenini yakan sessizliğini dinledi çocuk! Hayatın bu kadar basit olabilmesine kafasının içindeki tüm karmaşık düşüncelerle baş kaldırdı. Neydi havayı dolduran bu kokuyu ona doğru saldırtan çiçeğin derdi? Evine doğru ayaklarını sürükleyerek, herhangi başka bir nedenden değil sırf ayaklarını sürükleyerek yürümeyi sevdiğinden dolayı öyle yürürken, dışı yeni kurumuş ayakkabısının içinde vıcık vıcık ıslak çoraplı ayağı ayakkabının içinde sadece onun hissettiği bir duyguyla oynaşıp, pantolonunun çamurlu, kuru gibi gözüken nemli paçaları ayak bileklerine her adımında buz gibi öpücükler kondururken, aklında sürekli senaryolar yazılıyor, kendisi kimisinde başrol, kimisinde yan rol, hatta kimisinde figüran olarak oynadığı sahneler çekiliyordu. Kısık sesle dillendirdiği replikler dudaklarından çıkar çıkmaz buharlaşıyor, repliğine uygun oynattığı mimikleriyle dışarıdan bakan birilerinde: "Şu kendiyle konuşan kırmızı pantolonlu lacivert çocuk ne kadar da acayip" düşüncesi uyandırıyordu.
Belki saniyeler, belki dakikalar, belki saatler, aslında hepsi birden kadar zaman sonra evine vardı çocuk. Kırmızı pantolunuyla birlikte düşlerini de çıkarıp kirli sepetine bıraktı. Annesi hala nemli saçlarını eliyle karıştırıp, yanağına kocaman ıslak bir öpücükle tecavüz etti. Çocuk omuzları yağmurdan, sırtı terden nemlenmiş gömleğinin koluyla ıslak yanağını hızlıca sildi, dolabını açıp o sıkıcı lacivert pijamasını bacaklarına geçirdi. Bacaklarını saran çirkin lacivert pijama önce çocuğun kırmızı mor kalbini ardından pembe beynini ele geçirdi. Biraz önce sokakta coşkuyla atan kalp sıkıcı bir tempo tutturdu; yine biraz önce hayallerden hayallere gezinen beyin gri bir renkle kaplandı; yine aynı biraz önceki kırmızı pantolonlu bir acayip lacivert çocuk, televizyonun yapay renklerinin öldürücülüğünde koltuğuna diri diri gömüldü...
5 Temmuz 2013 Cuma
İNTİHAR SONRASI NOTLAR - III - Bahar Gününe İsyan
Her zaman farklı olanı arayan biri
olmuşumdur. Sanırım bu güzel mayıs sabahı ölmeye karar
vermemin nedeni de farklı olanı seçmek istememdi. Bu güzel bahar
gününü yaşamak yerine ölerek isyan edecektim ona. Eh madem hemen
herkesin doyasıya yaşamak isteyeceği bu güzel bahar gününde
kendimi öldüreceğim, bunu da kendime has, oldukça orijinal bir
şekilde yapmalıydım. Mesela derince bir çukur kazıp, içine
sivri uçlu kazıklar yerleştrip, yukarıdan kafa üstü üzerine
atlayabilirim; ama bunu inşa etmem günler sürer, bu sürede de ben
ölmekten vazgeçip, kazdığım çukura yukardan iterek başkalarını
öldürmeye karar verebilirim. Böyle vahşet dolu bir işe
kalkışmayı hiç istemem doğrusu, bu çok çok kötü olur.
Belki de kan kaybından ölünceye dek
vücuduma çiviler çakabilirim; tabi kemiğe saplanacak çiviler
gayet feci bir acı, ızdırap verecektir. Bu acıya dayanamayıp
bayılarbilirim, ayıldığımda yaralarım kurur, sonra tekrar çivi
çakmakla uğraşır, tekrar bayıl, ayıl... Hayır! Berbat ötesi
bir fikir; sadistçe, mazoşistçe ya da bu durumu hangi kelime
karşılıyorsa ondan işte!
İki saati aşkın bir süredir
düşünüyorum, gerçekten orijinal tek bir fikir bile
geliştiremedim. Farkında mısınız? İnsanlar yüzyıllar boyunca
kendilerini öldürmenin bir çok farklı yollarını düşünüp
durmuşlar; yani ben ilk değilim, son da olmayacağım kesin. Ölüm
bu kadar basitken, ölmek ne kadar da zor!
AHA! Sanırım bir şeyler buldum.
Ormanda vahşi bir hayvanla, mesela bir ayıya karşı dövüşüp,
ayının beni öldürmesini sağlayabilirim. Hımm.... Öncelikle bir
ayı bulmak yeterince sorun olacak, ayrıca ayıya saldırıp, sonsuz
yaşama iç güdümle ayıyı da öldürebilirim. Planın ters
tepmesi işten bile değil. Hayvanları sırf canın ölmek istiyor
diye öylece öldüremezsin, bu çok yanlış! Aslında sadece
kafamdan kurtulabilsem, yaşamak sorun olmaz gibi sanki. Ama
ortalıkta mal mal dolaşmayı istemiyorum.
İşte gerçekten orijinal bir fikir!
Bir kola tenekesinin içine barut doldurup, kalbimin üstüne
koyacağım, sonra da patlatacağım!
Tüm fiziki ağırlıklarımı,
kıyafetlerimi, küpemi, saatimi, kolyemi bir köşeye attım.
Buzdolabından bir teneke kola alıp ağır ağır, tadına vara vara
içtim. Beynimin içi, birazdan yapacağım katliam nedeniyle
bomboştu. Idam edilmeye götürülen bir cani gibi hissediyordum;
kendi kendimi havaya uçuracağım için idama mahkum edilmiştim
kendi vicdan mahkememde. Boş tenekeye ağzına kadar barut
doldurdum. Yere çırıl çıplak uzanıp, kola tenekesini sakince
inip kalkan göğsümün sol tarafına koydum. Kutunun ağzına
fitilin bir ucunu yerleştirip, fitilin diğer ucunu belden aşşağıma
doğru çektim. Fitili aşşağı çekmemin sebebi; fitil parlayarak
yanarken, iç güdüsel olarak gözümü korumak için kapatmamak,
son anlarımı gözüm kapalı geçirmek istemediğimden. Kendime
herhangi bir gün hediyesi olarak aldığım, üzerinde dört
yapraklı yonca deseni olan zippomla fitilin ucunu ateşledim. Kalbim
birazdan yok olacağını anladığından olsa gerek var gücüyle
çırpınıyor, yıllarca mutlu mesut attığı göğüs kafesimden
arkasına bakmadan kaçmak istiyordu. Vücudumda adrenalin volkanları
patlıyor, şakaklarımdan buz gibi ter damlaları yere düşüyordu,
kutu patlarken gözlerim sımsıkı kapattı kendini, artık hiç
açılmamasına...
Kutunun dibinde kalan, hiç içilemeyen
azıcık kola, tenekenin içine doldurduğum barutu ıslatmış, bir
de oksijensizlik yanmasını engellemiş, patlayabilen üst kısım,
patlayamayan alt kısmı mermi çekirdeği gibi kalbime gömmüştü.
Sonuçta ölmeyi başardım ama kalbimi patlatmayı tam olarak
beceremedim. Şimdi, yani öldükten sonra kalbimin yerinde bir kola
tenekesinin içi ıslak barutla dolu patlamamış kısmı gömülü.
Ama hala sevebiliyorum. Kuşları, böcekleri falan seviyorum;
tanımadığım bir sürü insanı, tanıdıdığım bazı insanları,
hiç görmediğim şeyleri, şu anda aklıma gelmeyen ıvır-zıvır
her şeyi seviyorum işte! Yani ölümüm; bu harika bahar günlerinin
asla umursamadığı muhteşem bir isyan oldu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)