20 Ağustos 2013 Salı

Çayı Şekersiz, Seni Nedensiz



        Sonlu bir hayatın, sonsuz ihtimallerini yaşıyorduk. Ben, sevgilim, sevgilimin arkadaşı ve sevgilimin arkadaşının sevgilisi; dördümüz sıkıcı bir öğle yemeğindeydik. O kadar sıkıcıydı ki yemekler bile bu sıkıcılıktan kurtulmak için bir an önce mideye girmeye can atıyorlardı. Sevgilim inanılmaz abartılı bir biçimde beni övüyordu masadakilere. Onun sürekli abartması bende kusma hissi uyandırıyor, bu histen kurtulmak için aldığım derin nefesler başımı ağrıtıyordu. Sevgilimin bana tapınması bittikten sonra, sevgilimin arkadaşının sevgilisinin benimle birlikte takılmak istemesi sorunu ortaya çıktı. Adamın adını bir türlü hatırlayamadığım mükemmel bir mesleği vardı, tonla da parası. Bana soracak olursanız profesyonel bir gerizekalıydı. Adam beni yere yapıştırmak isteyen kelebek desenli, uçuk kırmızı renkli plastik bir sineklik gibi bir o yandan, bir bu yandan üzerime doğru saldırıyordu. Onun bitmek bilmez tekliflerini, iğrenç ısrarını savuşturmaktan çok yorulunca onu susturup, taarruza geçtim: "Bak koçum; seni hiç sevmedim, senin gibi bir amcıkla bir sanisemi bile beraber geçirmek istemiyorum. Senin götü boklu yancın olmayacağım, bir daha konuşursan ağzının yayını sikerim!" Masadaki hiç kimse yemek bitene kadar bir daha konuşmadı. Bir kaç kez düşüncelerini anlamaya çalışarak sevgilimin suratına baktım, bir bok anlayamadım. Sessizlikten memnun kalan yemekler, masada esen soğuk rüzgarlara aldırmadan mutlu mesut midelere indiler. Yemekten sonra bir şey olmamış gibi adamın elini sıkıp, iyi günler falan diledim. Sonuçta hesabı o ödemişti; hesap ödemekte pek iyi değildim ama fevkalade teşekkür edebiliyordum.



            Üç beş yavşağın organize edip, diğer tüm yavşakları da davet etttiği, sikimsonik bir yardım etkinliğiydi. Yardıma muhtaç orospu çocukları sikimde değildi, ben evde televizyon karşısında sevgilimle koyun koyuna reklamlarımı izlemek istiyordum. Fazlasıyla hoşnutsuz bir şekilde açılış konuşması yapılacak geniş salona sürüklendim. Bu sirki tertipleyen kahpe şimşek hızıyla konuyu özetledi; beni bu işkenceden hızlıca azat ettiği için kadına müteşşekkirdim, sırf kısacık konuşmasının hatırına bir kaç yüz kağıt domaldım. Konuşma bittikten sonra sevgilimi onca süslü kancığın arasında kaybettim. Kim bilir nerede dedikodu yapıyordu? Sevgilimin beni serbest bırakmasından memnun, ellerim cebimde gezinmeye başladım. Garsonların biri geliyor, biri gidiyor; kimisi tek lokmalık bayat kanepeler sunuyor, kimisi de yüzlerce çeşit, renk ve boyutta içki servis ediyordu. Sevgilim içki içmemi yasakladığı için içemiyordum ama bu samimiyetsiz pezevenkler ayık çekilecek gibi değillerdi. Yine de söz sözdü, içmiyordum. Sevgilim benim içmemden hoşnut değildi, ben de sevgilimin hoşnut olmamasından hoşnut değildim, yani asla içmiyordum.


            Hem benimle sohbet etmeye çalışan puştlardan kaçmak, hem de biraz kirli hava almak için mekanın sigara içenlere tahsis edilen, bir üst kattaki balkonuna çıktım. Çıktım ama balkon içeriden daha kalabalıktı, göt göte sigara içip, yaygara yaparak konuşan bir sürü insan. Hemen tekrar içeri kaçıp, bir kat daha yukarı çıktım. Loş koridorlarda biraz gezinip, rahatça sigara içebileceğim bir yer aradım. Derken evin balkonuna beş basacak büyüklükte olan ama kimse bulamasın diye kapısı saklanan terasa çıktım. Biraz abartmış olabilirim, kapı saklanmış yada kilitli falan değildi; sadece aşağıdakiler ultra geri zekalı olduklarından göt kadar balkona tıkışmışlar, alternatif aramaya kalkmamışlardı. Sigaramı yakıp, düşüncelerimi de beraberinde ateşledim. Bu aptallar benim gibi kibirli bir pezevenge nasıl tahammül ediyorlardı? Neden arayıp duruyorlardı, neden benimle görüşmek istiyorlardı, neden benimle oynuyorlardı, neden benimle takılıyorlardı, neden benim gibi kibirli bir orospu çocuğuyla? Hem sevgilimin benden çıkarı neydi de benimle birlikteydi. Çirkin herifin tekiydim, inatçıydım, aptaldım, huysuzdum, tüm arkadaşlarından nefret ediyordum, ondan çok daha az para kazanıyordum. Belki yazar olduğum içindir ama o biraz zorlamasa yazmazdım, zaten boktan şeyler yazıyordum, kimlerin okuduğunu, okumaya değer bulduğunu bile bilmiyordum. Üstelik sevgilim gayet güzel bir kadındı, istediği an beni bırakıp, benim on katım daha iyi bir herifle takılabilirdi. Belki beni sevdiği içindir diye kibirle iddia edecek oldum, sonra hemen çürüttüm bu tezimi. Hem ben onu seviyor muydum ki, hayır. Yatakta da iyi değildim, hep erken boşalıyordum, fazlasıyla bencil olduğumdan onun orgazm olup olmaması benim ve çükümün umrunda olmuyordu; peki neydi benden çıkarı? Ben onun parasını yiyordum, evinde kalıyordum, yalnızlığımı gideriyor, gecelerimi dolduruyordum onunla, peki onun kazancı neydi bu işten? Hah! Belki de beni oyuncağı olarak görüyordu. Sonuçta hemen her istediğini yapıyordum, kolayıma geliyordu. İstemediğim yerlere sürükleniyor, istemediğim şeyler giyiyor, istemediğim insanlarla tanışıyordum. İstemediklerimi yaptırabiliyordu ama nefret ettiklerim için ısrar dahi etmiyordu. Bir keresinde: "Neden arabayı sen kullanmıyorsun ki?" dedi. Çünkü araba kullanmaktan nefret ediyordum, tüm dikkatimi trafiğe, gaza, frene, debriyaja, vitese, aynalara falan vermek zorunda kalıyordum ki, tüm dikkatimi vermekten nefret ederim. O günden beri arabayı hep o kullanıyordu, bir daha lafını dahi etmedi. Bunları düşünmeye devam ederken, sigaramdan çektiği duman boğazıma testere gibi saplandı. Sigaramın tütünü bitmiş, götveren filtrenin ucu yanmış, onun gırtlak siken dumanını çekmiştim. İkiye yamulup ciğerimi sökmeye çalışan bir öksürük konçertosuna başladım; gözlerim halime acıyarak zorlama bir ağlama girişiminde bulundu. Tam ciğerimin ucu boğazıma kadar çıkmıştı ki, yeri dikizleyen gözlerimin önüne parlak, bordo renkli, elmas tokaları olan bir çift topuklu ayakkabı geldi. O ayakkabıları, o ayakkabıları giyen bacakları, o bacakları tutan kalçaları, kalçaların keskin virajlarla yukarı uzandığı belini, bedeninin üstünde bir tapınak gibi duran göğüslerini sırasıyla izleyerek yavaşca doğruldum, kadın elindeki bardaktan bir yudumu dudaklarıma bastırdı, içirdi. Genzimi yakan yoğun
alkol, son bir yutkunma öncesi öksürüğüyle birlikte beni rahatlattı. Bu yardımsever kızıl saçlı kadına süslü bir
iltifatla birlikte teşekkür ettim. Sonra kendimi tutamayıp dudaklarına, sanki kadını bütünüyle yutmak istermişcesine dudaklarımla sarıldım. Kadın önceden bunu her ayrıntısına kadar planlamışız gibi, nefes bile almadan öpüşüyordu. Dudaklarımın uyuştuğunu hissettiğimde dudaklarımı, dudaklarından geri çektim, kadının belini kollarımla dolamıştım, onu iyice kendime bastırarak çenesine, çenesinden bembeyaz boynuna kayarak ıslak, ateşli, sert öpücükler konduruyordum. Sonunda kulağına kadar gelip nefes nefese "Seni sadece sikmek istiyorum." diye fısıldadım. Kadın kollarımdan kurtuldu, ben de bunu ilk hissettiğim anda kollarımı gevşetip buna izin verdim. Çantasından bir kağıt çıkardı, numarasını yazıp, bir eliyle belime dolandı, diğer eliyle smokinimin cebine numarasını yazdığı kağıdı tıkıştırdı, dudağımın hemen kenarından beni öptü.
Gülümseyerek arkamı döndüm, içeri girdim. Cebimdeki kağıdı nemli avucumda buruşturup yere attım. Terden sırılsıklam, önce öksürükten sonra azmaktan kıpkırmızı olan yüzümle sevgilimi aramaya koyuldum. Merdivenlerden inerken karşılaştığım birine sevgilimi sordum, onun da beni aradığını söyledi. Alt katta pembe bir fiskosun etrafında, bir kaç yavşak, üç beş kahpeyle birlikte sohbet ediyordu; uzaktan benim yaklaştığımı görünce bana doğru yürümeye başladı. Beni o sohbet ettiği sayın insancıklarla tanıştırmak istedi, "Siktir et; sonsuzdan hemen önce ilgileniriz onlarla, gidelim." diyerek elini sımsıkı tuttum. İtirazsız benimle dışarı çıktı, "Mutlu görünüyorsun." dedi. " Sana anlatacağım şeyler var, hadi gidelim, yolda anlatırım." dedim. Arabaya bindik, motoru çalıştırdı, yavaşca harekete geçirdi içinde bulunduğumuz kütleyi, eve doğru yola koyulduk. Sormasını beklemeden terasta olanları anlattım; kadının dudaklarına nasıl tecavüz ettiğimi, kulağına neler fısıldadığımı, her şeyi. Önce tepkisiz dinliyodu ama kadının kulağına "Seni sadece sikmek istiyorum!" diye
fısıldadığımı duyunca kahkalara boğuldu. Ben anlatmaya devam ettim, bitirdim. Tebessümle beni izliyordu, ne tepki vereceğini kestirmek için ben de onu izliyordum, soğukkanlı olmaya çalışıyordum. "İşte seni bu yüzden seviyorum!" dedi. Hangi nedenle sevdiğini anlamadım, nedeni umrumda değildi. "Ben de seni çok seviyorum!" diye karşılık verdim. Neden sevdiğimi, nasıl sevdiğimi bilmiyodum, o an sadece sevdiğimi farketmiştim, gerçekten sevdiğimi. Eve kadar bir daha konuşmadık, sadece yanyana arabada otururken altımızdan akan yolu izleyip, seviştik...

13 Ağustos 2013 Salı

FAZLASIYLA KOPUK BİR HİKAYE


           İki iri kıyım askerin arasında kendini minicik hissetti kadın. Askerler ileri, kadın yere bakıyordu; merdivenlerden çıktılar, koridorlardan geçtiler, sonunda kadının büyük olduğunu sandığı bir kapıyı aşıp genişçe, aydınlık bir salona girdiler. Kadın ilk kez kafasını kaldırdı, etrafa olabildiğince hızlı bir göz attı, karşıdaki masanın başında oturan adam, askerleri bir işaretiyle dışarı yolladı; dudaklarının sol köşesindeki sigarayı yakarken kadına oturması için belli belirsiz bir harekette bulundu.
           Uzun uzun süzdü kadını. Bakışlarının yoğunluğuyla kadını on binlerce noktaya ayırıp, her bir noktayı beynine işler gibi gözlerini bir an olsun kadının üzerinden ayırmadan, dikkatle izliyordu adam. Kadınsa biraz çekingenlik, çoğunlukla korkudan, koltuğun ancak kenarına ilişmiş, gözleri tahta zeminde bir şeyler arar gibi ancak ağır ağır geziniyordu. Kadının yüzü, biraz duyduğu korkudan, biraz da zaten öyle olduğundan sapsarıydı. Hafif dalgalı, kumral saçlarının arkasından dolaştığı, azıcık dışa çıkık güzel kulakları; uzun kirpiklerin arasındaki açık kahverengi gözleri, burnunun üzerindeki belli belirsiz çıkıntı...
           General diye hitap ediyorlardı adama. Bu civarı emrindeki beş para etmez adamlarıyla bir kaç ay önce ele geçirmişti; o günden beri bu yöredeki herkes, her şey onundu. Fazlasıyla acımasız, cani, vahşetini anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği bir katildi. Artık filtresine kadar yanan sigarasından son bir koyu duman çekti, izmariti ahşap zemine attı, topuğuyla üstünü çiğneyip öldürdü zavallıyı. Odadaki sonsuza kadar sürecekmiş gibi duran sessizliği de öldürmeye karar vermiş olacak ki konuşmaya başladı.
            "Biliyor musun ben çok boktan biriyim. Bunu söylemeye kimsenin cesareti yok ama bu da benim boktan biri olmamla ilgili sanırım. Bunun son derece farkındayım çünkü bunu söyleyemeyen herkes de en az benim kadar boktan. Savaşmak konusunda inanılmaz başarılıyım, öldürmek konusunda da. Sayısız düşmanı alt ettim, binlerce insan öldürdüm. İsteyip de ele geçiremeyeceğim bir yer yok. Şu anda bile bir ucundan diğer ucuna bir günde gidemeyeceğim kadar toprağın tek hakimiyim, içindeki insanlarla birlikte. Ama şimdi, senin karşında, oturmuş seni izlerken, her noktanı ezberlemeye çalışırken neyi arzuladım biliyor musun? Senin bana aşık olmuş olmanı. Gerçekten beni sevmeni. Tüm bu boktan insanları, evleri, ağaçları, o küçücük boktan karıncaları, tüm bu çevredeki asla çıplak ayaklarımla üzerinde dolaşamayacağım boktan toprağın üzerindeki boktan çimleri senin bana aşık olmuş olmana binlerce kez değişirdim. Arzum bir şehir olsa, onu fethederdim; arzum bir intikam olsaydı, onu kanlarda boğulurcasına alırdım; arzum destansı bir savaş olsaydı, kahramanca savaşırdım. Benim şu boktan hayatta tek bildiğim, tek becerebildiğim savaşmak, öldürmek. Oysa senin bana aşık olabilmeni, seni kendime aşık etmeyi nasıl da isterdim. Bunu asla başaramayacak olmam benim için nasıl hazin. İşte bu çaresizlik benim kendime fena halde kızmama neden oluyor. Kendime kızdığımda ise herkesten, her şeyden ölesiye nefret ediyorum. Ve katliam. Çok üzgünüm."
               Kadın tereddütlerle dolu, ürkek bir hareketle başını hafifçe kaldırdı, adama tavşan hızında bir göz attı, tekrar zeminin sıkıcılığında ilginç bir şeyler aramaya başladı. Çizgi filmdeki Kabasakal'a benziyordu adam. Aptal Safinaz'ın neden her zaman yamuk ağızlı, sünepe Temel Reis'i seçtiğini daha önce anlamamıştı, şimdi anlıyordu. Sorun Kabasakal'ın kötü olmasındaydı.

               Adam ayağa kalktı, belinden kamasını çıkardı, korkudan taş kesilmiş kadına usulca yaklaştı, kadının saçlarını nazikçe avucuna aldı, eğilip derin derin kokladı. Elindeki kamanın ucunu kadının boğazına dayadı, "Git!" diye fısıldadı...