28 Eylül 2013 Cumartesi

Başarısızlıkla Sonuçlanan Bir Başka Operasyon

           Soğuk ve aydınlık bir sonbahar sabahına uyandı. Her zamankinden farklı hissediyordu sanki, oldukça farklı... Adeta zihnindeki bir mezarlıktaki tüm ölü fikirler, üzerlerindeki toprakları aşarak, birer birer gün yüzüne çıkmıştı. Duşa girdi. Vücuduna değen ılık su damlaları büyük keyif alarak aşağı kadar iniyor, aşağı inen her bir damla zihninde canlanan zombi fikirleri yeşillendiriyordu.
Zombi fikirler

           Tüm benliğiyle "işe gitmek" fikrinden, eyleminden sıyrılmak istemesine rağmen, yılların ona kazandırdığı alışkanlıkla üzerini giyinip, bir ipin iğnenin deliğinden geçmesi gibi kapıdan çıktı. Asansörle kontrollü bir şekilde aşağı düşerken beyninin içinde yanıveren binlerce watt gücündeki bir ampül, tüm parlaklığıyla zihnindekileri aydınlattı. Daha önce hiçbir zaman beyninde var olan onca şeyi bu kadar net görememişti. Bir anda her şeyi anlayabilmiş olmanın yarattığı heyecanla koşarak rezidansın lobisinden caddeye fırladı. Önce yolda yürüyenlere anlatmaya çalıştı, tüm o zihninde beliren muhteşem gerçekleri. Kimisi başından savdı, kimisi kaba bir görmezden gelmeyle yanından sıyrıldı, kimisi tebessüm ederek ona hak verip, işine gitmek için yoluna devam etti...
Kafada netleşenler

           Böyle tek tek anlatmaya çalışmanın yararsız olduğunu farkettiğinde caddeden geçen arabaların önüne atlayıp, onu ezmemek için duran lüks beyaz otomobilin üzerine çıktı. Otomobilin sürücü koltuğundan inen görece kısa boylu adam, arabasının üstüne çıkan bu eşkiyayı indirmek için hoplaya zıplaya çırpınmaya başladı. O ise tüm gücüyle bağırmaya, biraz önce zihninde netleşen tüm o gerçekleri anlatmaya koyuldu. Çevresini saran meraklı kalabalık arttıkça umudu da artıyor, daha bir şevkle, kısa kısa anlatıyordu: " İşlerinize gitmeyin! Para kazanmak zorunda değilsiniz! Çalışmak öldürüyor anlayın! Mutluluk tembellikte!..." Kimi kahkahalarla gülüyor, kimisi delirdiğine inanıp adamın haline üzülüyordu. Aralarından bazıları polisi arayıp durumu polise bildirdi.

           Otomobilin sahibi hala kan ter içinde adamı arabanın üzerinden aşağı indirmeye çabalıyordu, adam ise bıkmadan, yorulmadan; büyük bir kararlılıkla anlatmaya devam ediyordu: " Huzur doğada, betonlardan kurtulun! Mutluluk tembellikte işe gitmeyin! Telefonlarınız sizin sahipleriniz, onların köleliğinden kurtulun! O aptal ekranların emrinden çıkın! Ağaçlara sarılın! Köpeklerle koşun! Bakın kuşlar size her sabah ne diyor, durdurun şu motorları, duyamıyorsunuz!... " Otomobilin sahibi zıplayarak bağırıp duran adamın paçasından kavradı, çekip yere indirdi. O sırada bir polis otosu, onun peşi sıra da bir ambulans sirenlerle birlikte geldiler. Ambulanstan inen beyaz önlüklü iki adam hala yerde çırpına çırpına bağırmaya çalışan adama sakinleştirici bir iğne yapıp, iki kolundan tutarak önce sedyeyebağladılar, ardından ambulansa götürdüler. Çevrede toplanan onca insan, sabah sabah şahit oldukları bu ilginç olayı fotoğraflarla, videolarla hiç tanımadıkları diğer herkesle paylaştılar.
       
           Olayı uzaktan izleyen, ama gerçekten çok uzaktan izleyen iki dünya dışı varlık, başarısızlıkla sonuçlanan bir başka operasyon olarak, başarısızlıkla sonuçlanan diğer operasyonların dosyalarının arasına bir yenisini eklediler...


"Gerçek huzur ve mutluluk I.M.H.'da!" -YANCI

20 Eylül 2013 Cuma

SORULAR, SORUNLAR ve KAN



Kanda yüzmek istiyorum... Ilık, ekşi kokulu, koyu kırmızı bir kan havuzunda. O kanı, kana kana içmek istiyorum.

Beynim uyuşmuş, karıncalar kımıldanıyor sanki içinde. Güneş, yüzmek istediğim havuzun renginde. Eve dönmek istiyorum ama artık evim yol. Yola çıkmalıyım. Güneşe doğru gitmeliyim, ışığa doğru, sarıya doğru...

Gerçeği mi arıyorum? Ya da ben gerçek miyim? Yaşadıklarım gerçek miydi mesela!? Peki aslında gerçek diye bir şey var mı? Yaşıyor muyum? Nefes alıyorum...

Gerçekler basit midir? Zor olanlar gerçek değil midir? Yalanları yaşayıp, gerçeği mi arıyoruz yoksa? Ya aslında ölene kadar yaşadığımız bile gerçek değilse!? Bu dünyanın, bir papatyanın poleni olmadığına beni inandıramazsınız. Ama değil! Maalesef...

Boşa geçen zaman var mıdır? Zaman aslında hep boşuna geçmiyor mudur? Boşa geçmemesi için ne yapmalıyız ki!? Yağmurdan sonra çıkan sıcak ilkbahar güneşinde, ıslak çimlerde, belirsiz bir yöne, tüm hızımızla alabildiğine koşmak zamanı boşa geçirmek midir mesela? Veya o soğuk kış güneşinin karşısına oturup, bir şarkı mırıldansak zamanı doldurabilir miyiz...?

Hala kanda yüzmek istiyorum. O ılık, pas kokulu kanı, attığım kulaçlarla köpürtmek, kıpkırmızı havuzun dibine dalmak, içinde boğulmak istiyorum ve beynimin içinde hala karıncalar var.


18 Eylül 2013 Çarşamba

Bir Acayip Muhabbet

-Nerelisin?
-Jüpiter!
-Hahaha aslen nerelisin?
-Jüpiter!
-Ya gerçekten nerelisin?
-E jüpiter işte!
-Ya uff tamam sormuyorum!
-Ama jüpiterli olmadığımı kanıtlayabilir misin?
-Ya ne diyorsun, ben de marsliyim o zaman!
-Marsli olmadığından eminim!
-Kanıtla!
-Ben marsliyi gözünden tanırım, tüm marslilar kırmızı gözlüdür!
-Haha nereden biliyorsun belki lens kullanıyorum?
-Hiç lens takan marsli görmedim, çünkü marslilar lens takamaz?
-Neden takamasinlar?
-Çünkü lens takmaktan ölesiye nefret ederler!
-Ya uff ne giciksin!? Konuşmuyorum!
-Teşekkürler, ben de seni sevdim! ^^