5 Aralık 2014 Cuma

Edmund, Edward ya da Her Neyin Kısaltması ise Onun Ed.




Şehrin üzerine sis tabakası ilk olarak hangi sabah çökmüştü, ne zaman kalkacaktı kimse hatırlamıyor, bilmiyor, umursamıyordu. Bu çöken sisten mi, yoksa sadece öyle olduğundan mı bilinmez; insanlar garip bir ruh hali içindeydiler. Tam olarak kederli denilemez; üzgün, mutsuz, depresif, agresif değil de; yalnızca neşesizdiler sanki. Bunun yanı sıra bir huzursuzluk hissi hissediliyor gibi oluyor; henüz hissedilip hissedilmediği anlaşılamadan kayboluyordu. Kaygı duymuyorlardı ayrıca. Gelecek umurlarında değildi. Gelecek için kaygılanmak tümden gereksizdi şehrin insanları için. Gelecek henüz gelmemişti, gelince de gelecek olmaktan çıkıp gelmiş oluyor, bir an sonra geçmiş olup gidiyordu nasıl olsa. O yüzden kaygılanılsın ya da kaygılanılmasın gelecek, geçmişti. Düşünmek, kaygılanmak beyhude; hayıflanmak, umutlanmak boşunaydı. Zaten insanlar da umursamıyordu işte.

Bir şeylerin yolunda gitmediği demeyelim de bir şeylerin yan yola saptığı hissine kapıldı o an ofisin kapısından girmekte olan Ed. Kendi isminin tam olarak Edward'ın mı, yoksa Edmund'un mu; ya da her neyin kısaltması olduğunu hatırlayamıyordu. Sanki çevresindeki insanlar azalıyordu.  Belki de ilk defa düşünmüştü bunu. Birlikte çalıştığı insanlardan bazıları artık yoktu. Sadece işten mi çıkmışlardı, evden çıkmak mı istemiyorlardı; ya da her ne sebepten ise işte artık yoklardı. Yok da sayılmazlardı tam olarak belki. Sonuçta insanların kendi hayatlarıydı, istedikleri şekilde yaşayabilirlerdi. İşe gelmek, çalışmak, dışarı çıkmak ya da başka herhangi bir şey yapmak istemiyorlarsa yapmazlardı; Ed. daha fazla düşünmedi.

Bir gün Edmund, Edward ya da her neyin kısaltması ise onun Ed. her gün işe giderken kullandığı trende hiç ayakta giden yolcu bulunmadığını fark etti. Eskiden oturacak bir yer bulabilmek bir yana, ayakta yolculuk ederken bile sıkışık olurdu. Ama zihninden geçen bu hatıraların gerçek mi yoksa zihninin bir kurgusu mu olduğundan tam emin olamıyordu. Belki de bu kalabalık vagon gördüğü bir kabusun şimdiye yansımasıydı sadece; deja vu gibi. Trenler hiç o kadar kalabalık olmamıştı; her zaman için oturmak için boş bir yer bulunurdu. Ya da belki insanlar artık yolculuk için trenleri tercih etmiyordu, olabilirdi. Ancak bir türlü emin olamıyordu Ed. Ertesi gün işe giderken otobüsle gitmeye karar verdi, belki de hemen bu akşam eve otobüsle dönerdi. Daha sabahtan bunları planlamanın gereksiz olduğunu düşündü; ofise girip çalışmaya koyuldu.





O akşam, ertesi gün yada bir başka hangi zaman ise işte Ed otobüsle yolculuk etme fikrini gerçekleştirdi. Otobüs de ıssız, sessiz; soğuktu. Şehirdeki insanlar azalmıştı; gerçekten azalmış mıydı? Emin olamıyordu Ed. Belki de hiç o kadar kalabalık bir şehir olmamıştı burası. Günler veya haftalar veya aylar geçti; belki de geçen sadece bir gündü, bilinmez; otobüs artık gelmez oldu, bir daha da hiç gelmedi. Otobüsler gelmez olduktan sonra, belki de öncesindeydi, bilinmez; trenler de gelmez olmuştu. Edmund, Edward ya da her neyin kısaltması ise onun Ed. artık ofise kimin olduğunu bilmediği, bunu da pek umursamadığı bir arabayla gitmeye devam etti. Artık ya da daha öncesinde de durum hep bu gibiydi. Ed. bu sisle örtülü şehirde tek başına yaşıyordu ya da başkaları da vardı. Bu Edmund, Edward ya da her neyin kısaltması ise onun Ed'in yalnızlık hissetmesine neden olmadı. Diğer insanların nereye kaybolduğunu, ya da var olup olmamasını umursamadı. Değişen bir şey yoktu ya da önemsiz bir değişiklikti. Edmund, Edward ya da her neyin kısaltması ise onun Ed. vardı, yoktu, yaşıyordu ya da kaybolmuştu veya hiç olmamıştı; ne fark ederdi? Edmund, Edward ya da her neyin kısaltması ise onun Ed'in hiç umrunda değildi!


~SON~

22 Temmuz 2014 Salı

KONUŞMADIK

Kuğulu parktaydık. Bir bankta yan yana oturmuş, bir şeylerden konuşuyorduk; hatırlamıyorum. Birden bir şey hatırlamış gibi bana döndü:
- Ben seni seviyorum!
Dedi.
- E ben de seni seviyorum!
- Ama ben öbür türlü seviyorum.
- Beni öbür türlü sevme, normal sev. Aşk gibi olmasın, dümdüz sev işte.
Sağımda oturuyordu, sarıldı, sırnaştı, başını sağ göğsüme yasladı, kolumu omzundan attım, sarıldık.
Konuşmadık.
- Korkuyorsun.
Dedi.
- Korkuyorum.
- Neden korkuyorsun, kaçıyorsun?
- Sana zarar vermekten.
- Ama sen bana zarar vermezsin ki!
- Bir gün sana zarar verebilecek olmaktan.
Konuşmadık.
Yüzünü kaldırdı, kafamı eğip yüzüne baktım, dudaklarımdan öptü.
- Yapma!
Dedim.
Tekrar öptü . Öpüştük.
Kafamı kaldırdım, yüzüme ekşi ekşi baktı. Başını göğsüme sitemkar yasladı, daha sıkı sarıldım.
Konuşmadık.
Kuşlar ötüyordu, güzel bir yaz günü.
Konuşmadık.
Oturduk, bir kaç yüzyıl orada.
Sarıldık.
Güzel bir yaz günüydü, kuşlar ötüyordu tepemizde.

Konuşmadık.


29 Haziran 2014 Pazar

ÇATAPANGA



Dünya Gezegen'inin, uzaydan sınırları görülemeyen bir çok ülkesinden biri olan Fantastiko Cumhuriyet'inde yaşayan bir kaç sivri zekalı, girişimci ruhlu, yetenekli insan; Cumhuriyet'in başkanı Retriko "Fantastik"'in huzuruna çıkmış, Cumhuriyet'in;  Gezegen'in en zengin, en güçlü ülkesi olmasını sağlayacak mega çılgın uzay projelerinin sunumunu yapıyorlardı.

Proje uzay mekiği ile Mars'a gitmeyi, Mars'ta altın madenleri açmayı, çıkarılan altınları ışınlama yoluyla Fantastiko Cumhuriyet'ine ulaştırmayı amaçlıyordu kısaca. Başkan ve ekibinin ilk başlarda fazlasıyla hayalperestçe bir fikir olarak gördükleri proje, sunumun üçüncü gününde akla yatkın, başarılması mümkün, harika bir proje olarak kabul görmüştü. Başkan on yıl için yüz milyar Ameriko Dinar'ını bütçeden karşılamayı; ışınlanmaların gerçekleşmesi için gerekli olan mega nükleer bombaların üretimini sağlamayı; on yılın sonunda çıkarılmaya başlanacak milyon tonlarca altından projeyi gerçekleştirecek, yürütecek girişimcilere pay vermeyi kabul etmişti.

Henüz iki yıl geçmeden Mars'a ilk insansız araştırma roketi fırlatıldı; yolculuğu altı yıl sürecek, bu süre zarfında daha önce kızılötesi süper teleskoplarla keşfetilmiş muhtemel altın rezervi yönünden zengin bölgeler araştırılacak, veriler Dünya'daki merkez üsse aktarılacaktı. İlk veriler gelene kadar asıl devasa uzay mekiği inşa edilecek, madenlerde çalışacak ilk insanlar yetiştirilecek, ultra süper güçlü mega nükleer bombalar üretilecekti.

Çalışmalar tüm hızıyla sürerken Fantastiko Cumhuriyeti'nin fantastik başkanının kalbi, vücuduna daha fazla kan pompalamayacağını ilan ederek, başkana içeriden suikast düzenledi. Bu durum projenin geleceği açısından bir tehlike içermemekle birlikte yine de projenin yaratıcılarını üzdü. Çünkü bu projeyi geliştirirken ilk ilhamı veren Cumhuriyet'in fantastik başkanı olmuştu. Projeye fantastik başkanın ismi verildi, bütçe yüzde altmış artırılarak tam gaz devam etti. Devasa roket daha da büyütüldü, bombaların sayısı altıdan on ikiye çıkarıldı, boyutları yüzde otuz üç artırıldı; bu sırada gönderilen mekik hesaplanandan altı ay önce Mars'ın yeryüzüne başarıyla inip araştırmalarına başladı. Mars'taki araştırma robotundan gelen ilk veriler muhteşemdi; tahmin edilenden çok daha fazla altın bulunuyordu Kızıl Gezegen'de.

Tüm Dünya'ya Mars'ta yaşamın ilk adımı olarak sunulan M.A.R.S (Mars'taki Altın Rezervlerinin Sömürülmesi) Fantasiko Projesi aradan geçen on iki yılın sonunda nihayet son büyük adımı atmaya hazırdı. Harcanan milyarların karşılığı olarak ultra süper hızlı, giga-devasa maden roketi; içindeki bir kaç yüz insan, on iki ana on iki yedek multi ateşleyicili füzyon mega nükleer bombaları, prefabrik altın madeni ocaklarıyla yola çıkmaya hazırdı. On, dokuz, sekiz, yedi, altı, beş, dört, üç, iki, bir ve ateş! Roket büyük bir gürültüyle, on kilometre etrafındaki tüm toprağı yakıp kavurarak yerden yükselmeye başladı. Roketin atmosferde ilerleyişini Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insan televizyondan, yüz milyonlarcası da kafalarını gökyüzüne kaldırmak suretiyle çıplak gözle takip ettiler. Roket atmosferden başarıyla çıkıp , Dünya'dan bir kaç  yüzbin kilometre uzaklaşmışken taşıdığı uzay mekiğiyle birlikte sessizce patladı. Mekik on binlerce parçasıyla birlikte Dünya yörüngesine dağıldı, mekikteki insanlarla iletişim kesildi, yeryüzündeki insanlar hüzne boğuldular.

Ultra hızlı, giga-devasa uzaymekiği patladıktan iki ay sonra, mekiğin parçalarından birinde kahvaltı yapmakta olan on yedi aktif, bin otuz iki dondurulmuş insan hala canlıydı. Aktif durumdaki on yedi insan, patlamadan sonraki iki aydır harıl harıl çalışıyorlardı, sonunda bu sabah yörüngeye savrulan parçalardan yirmi dört multi ateşleyicili füzyon mega nükleer bomba modüllerinin her biri bir saat meridyenini karşılayacak şekilde yörüngeye dizilmişlerdi. Dünya'daki yaşamın (tanrıdan sonra) asıl sağlayıcısı atmosfer tabakası, en ince yeri olan ekvator çizgisinden yirmi dört multi ateşleyicili füzyon mega nükleer bombayla delik deşik edilecek, böylece insan denilen hastalık kaynağı canlıların enfekte ettiği Dünya -Bok Çukuru- Gezegeni, insanlardan arınmış bir taş parçası olarak Güneş etrafında dönmeye atmosferi olmadan devam edecekti. Çok zorlu fantastik bir görevi başarmanın, daha çok da Dünya'yı yok etmenin verdiği keyifle on yedi HARİKA insan, mavi ateşler çıkararak senkronize olarak patlayan yirmi dört multi ateşleyicili mega nükleer bombanın manzarasını hayranlıkla seyrederek  çaylarını yudumlamaya devam ettiler.



~SON~