Ben denek 2983345. Size deney sürecimi ve hayata dönüşümün serüvenini anlatacağım.
Başlangıç.
Soğuk ve
sisli bir Kasım gecesi, arkadaşlarımla oturduğumuz kafeden çıkmış, birer ikişer
evlere dağılıyorduk. Evime varmak üzereyken nasıl olduğunu anlayamadığım bir
şekilde saldırıya uğradım ve kendimi Deney’e katılmış olarak buldum.
I.
İlk gün kendimi parlak beyaz bir
ışık altında; geniş, bembeyaz bir odada çırılçıplak yatarken buldum. Önce
öldüğümü ve cesedimin bulunduğu morgu ölmekte olan zihnimin bu şekilde
düşlediği sanrısına kapıldım. Ardından panikle vücudumu inceledim, ellerimle
kendimi yokladım. Vücudum buz gibiydi, bayağı üşümüştüm; çok susamıştım ve aynı
zamanda da çok fena çişim gelmişti. Fiziksel olarak bir zarar görmemiş
gibiydim, odada üzerime örter gibi yapabileceğim ince bir battaniye buldum, onu
omzuma atıp odayı incelemeye koyuldum. Tuvalet olarak kullanılabilecek bölümü
ve hemen yanındaki basit bir banyoyu keşfettim. Odanın köşesinde hem çıkıntı
yapmış hem de duvara gömülü gibilerdi. Battaniyeyi bir kenara bırakıp hemen
çişimi yaptım. Ardından banyoya geçip musluktan su akıp akmadığını kontrol
ettim. Su ılıktı, ellerimi yıkayıp, ıslak ellerimle yüzümü sildim. İstemsizce
titriyordum, su belki de üşüdüğüm için ılık gelmişti, emin değildim.
Odada dar, sade, gösterişsiz, soğuk
bir yatak vardı. Yatağın çapraz karşısında duvarlarla aynı sert süngerimsi
beyaz malzemeyle kaplanmış bir kapı vardı. Kapının hemen önünde, muhtemelen
kapının altından içeriye itilmiş soğuk ve ruhsuz plastik bir kahvaltı tabağı
vardı. Kahvaltıda bir zamanlar sıcak olan bir süt -üzeri kaymak tutmuştu-,
sekiz-on kadar siyah zeytin, beyaz peynir, buz gibi soğuk bir omlet, tereyağı
ve gül reçeli olduğunu düşündüğüm tatlı türünden bir şey vardı. Tabağı alıp
yatağa getirdim, battaniyeye iyice sarmalanıp sert plastik çatalla plastik
tabaklardan soğuk kahvaltıyı didikledim biraz.
Kapının hemen sağ yanında odadaki
tüm beyazlığın ortasında simsiyah bir göz gibi, hemen dikkat çeken bir cam/ayna
vardı. Yaklaşık büyük bir defter sayfası kadardı. Sonradan bunun Deney’de
çalışanlarla iletişim kurabileceğim bir ekran olduğunu öğrendim. Kahvaltımı iyi
kötü yaptıktan sonra bir şeyler olur diye boşuna bekledim durdum, hiçbir şey
olmadı. Tavandaki ışıklar yine o korkunç parlaklıklarıyla ışımaya devam
ettiler. Ne öğlen yemeği ne de akşam yemeği gelmedi. Beklenmedik başka hiçbir
hareket de olmadı. Sonsuz, korkunç bir hiçliğin ortasında; düşünmekten,
ağlamaktan, uyumaya çalışmaktan, aşırı umutsuzluktan ve belirsizlikten kafayı
yiyordum. Odada zamanı gösteren hiçbir şey yoktu, zamanın geçip geçmediğini
hissedemiyordum, artık zaman yoktu. Zamandan sıyrılmış olmak beni delirtiyordu.
İlk iletişim kurulduğunda ne kadar
zamandır öylece hareketsiz yattığım hakkında bir fikrim yoktu. Mekanik bir
kadın sesi odayı doldurdu ve; “Günaydın Denek 2983345” dedi. Bana verilen
ismi/numarayı öğrenmem bu şekilde oldu. Artık Denek 2983345’tim. Tabi aynı
zamanda bir deneyin içerisinde olduğumu da öğrenmiş oldum. Daha sonra kahvaltım
mekanik bir el tarafından kapının altından itilerek bırakıldı. Uzun süren
hareketsizlikten sonra bir şeyler olması içimdeki huzursuzluğu biraz azalttı. Kahvaltı
bu defa sıcaktı, açlığımın etkisiyle hızla silip süpürdüm ne var ne yoksa.
Sonra yine o çıldırtıcı hareketsizlik, hiçlik durumuna geri döndük. Uzun bir
zaman sonra kapı açıldı. Kapının dışı da içerisi gibi bembeyaz ve aşırı
aydınlıktı. İçeriye başında bonesi, gözlerinde koyu renk gözlüğü, ağzının
üzerinde maskesi, üzerinde bembeyaz önlüğü, ayağında terlikleri, boynunda stetoskop
ve elinde beyaz bir çantayla doktor olduğunu zorlanmadan tahmin ettiğim bir
adam girdi. Maskenin ardından sıcak bir “Merhaba” geldi. Karşısında battaniyeye
sarılmış, ne yapacağımı bilemeden, yatakta bağdaş kurmuş otururken
kalakalmıştım. Kendimi nasıl hissettiğimi sordu, minik bir feneri gözlerimin
içine tutarak bir şeyler yaptı. Oda o kadar parlak aydınlatılmıştı ki fenerin ışığı solgun kaldı, gözlerimi hiç rahatsız etmedi. Çantasından çıkardığı bir kâğıda notlar aldı. Tansiyonumu ölçtü, sağ el işaret parmağımdan
kan aldı, bir mezurayla terzi gibi vücudumun ölçülerini aldı ve kâğıda not
etti. Stetoskop ile göğsümü ve sırtımı dinledi, bu sırada aldığı notlara göz
atma fırsatı buldum, okuyabildiklerimden sadece “Denek 2983345” anlamlı geldi. Bunların ardından odaya ilk girdiğinde sorduğu soruyu
tekrarladı, “Kendini nasıl hissediyorsun?” kendimi nasıl hissediyordum, ben de
kendime aynı soruyu sordum ve cevap olarak ağlamaya başladım, konuşamıyordum,
hıçkıra hıçkıra ağlamaya dönüştü ağlayışım, kendimi çok güçsüz ve çaresiz
hissediyordum. Doktor ellerimi tuttu, eldivenlerinin altından ellerinin sıcağını içimde hissettim. Bana güven verdi. Sakinleşmemi bekledi,
sorusunu üçüncü defa yineledi, sesi nedense bu kez daha içten gelmişti. Kendimi
sakinleşmeye zorladım, gözyaşlarıma engel olamıyordum hala, “Korkuyorum,
üşüyorum, çok çaresiz ve umutsuz hissediyorum, buradan çıkmak istiyorum.”
Diyebildim hıçkırıkların arasından veya demeye çalıştım diyelim. Anlaşılır bir
şeyler söyleyebilmiş olmayı umuyordum. “Ağlama! Tüm bunlar bir gün senin için
bir hatıra olacak.” Dedi. “Daha fazla üşümemen için pamuklu pijamalar, temiz iç
çamaşırları getireceğim. Sanırım bu şiddetli ışıkta pek uyuyamamışsındır, kapının
hemen yanındaki kontrol ve iletişim panelini senin için aktif hale getireceğim.
İstediğin zaman bizimle kısıtlı bir iletişim kurabilecek, odanın sıcaklığını
ayarlayabilecek ışığın şiddetini azaltabilecek, banyodaki suyun sıcaklığını
ayarlayabileceksin. Ayrıca odana gönderilecek yemekleri de önceden
seçebileceksin. Deney süresince, deney ile uyumlu olduğun, zorluk çıkarmadığın
sürece burada daha rahat ettiğini göreceksin. Oda içerisinde ve dışarısında
özgürlüklerin artacak, bir gün dışarıdaki hayata bile yeniden dahil olabileceksin.
Fakat deney süresince zorluk çıkarırsan başarısız bir denek olarak burada
belirsiz bir süre kalıp öleceksin.” Diye uzun ve açıklayıcı bir konuşma yaptı.
Bu konuşmayı yapan doktordan beklemeyeceğim şekilde parmaklarıyla gözyaşlarımı
sildi, alnıma maskesinin ardından bir öpücük kondurdu, dışarı çıktı. Doktor
çıktıktan bir süre sonra kapının yanındaki ekran renklendi. Ağlamaktan kızarmış
ve şişmiş gözlerimi ellerimin tersiyle silip sarınmış olduğum battaniyeyi ardımdan
sürükleyerek kapının yanındaki ekranın başına geçtim. Kontrolleri keşfe çıktım,
gayet basit bir kullanımı vardı, kısa sürede alıştım. Kolayca odadaki ışığın
parlaklığını azalttım, loş ışıkta gözlerimin ağrıdığını hissettim. Sonra öğle
yemeğimi seçtim bana sunulan yemekler arasından. O sırada kapının altından bir
paket yollandı içeriye. Paketi açtım; üzerinde minik, siyah beyaz benekli,
pembe memeli inek figürleri olan açık somon rengi bir pijama takımı, pamuklu bir
külot, kalın çoraplar ve karikatürize edilmiş inek kafası şeklinde yumuşak
patik-ayakkabılar vardı. Paketten çıkanları üzerime geçirdim, panelin başına
geri dönüp keşfe devam ettim. Tarih ya da saat bilgisi yoktu fakat “Deney Günü:
2” yazıyordu sağ alt köşede. Oda sıcaklığı 20°C dereceydi, biraz artırdım.
Kontrol ve iletişim panelinde (Kısaca KİP) keşfedecek bir şey kalmayınca gidip yattım, loş ışığın da yardımıyla kolayca uykuya daldım.
Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum, uyandığımda
oda hala loştu. Tuvalete gidip ilk defa kakamı yaptım, tuvalet kâğıdı
oracıktaydı. Daha önce gayet dikkatli incelememe rağmen o kâğıdın orada olup
olmadığını anımsayamadım. Ben uyurken odaya sessizce birinin girip girmediğini
merak ederek yatağa geri döndüm. Kapının önünde alttan gönderilmiş öğle yemeği
vardı. Uyandığımda orada mıydı yoksa yeni mi gelmişti bilemiyorum. Seçtiğim
öğle yemeği gelmişti, iştahla yedim, umduğ daha lezzetliydi. Diğer
iki kahvaltının artıklarıyla birlikte öğle yemeğinden artanları da odanın bir
köşesine bıraktım, KİP’e gittim, yeniden kurcalarken yeni seçeneklerin,
özelliklerin eklendiğini keşfettim. Talep bölümü, kullanılabilir eşyalar, oda
tanıtım ve yardım, müzik çalar gibi bölümler eklenmişti. Müzik çaların içinde
dinlenebilecek herhangi bir parça yoktu, talep bölümüne girip birkaç albüm
isteğinde bulundum. Ardından oda tanıtım ve yardım bölümünden kaldığım odanın
tanıtım videosunu izledim. Aynı zamanda kurallar da bu bölümde yazıyordu.
Örneğin talep bölümünden her bir deney günü sadece bir talep yapabilecektim. Kahvaltı,
öğle ve akşam yemeklerimi seçebiliyordum ama hiçbir seçim yapmazsam sadece
standart kahvaltı geliyor, öğle ve akşam yemeği gönderilmiyordu. Deney
başarıyla ilerledikçe daha fazla talepte bulunabiliyor, hatta farklı
özelliklerdeki odalara taşınabiliyor, kendi yemeğimi yapabiliyor, elbise
seçebiliyor, odadaki eşya sayısını artırabiliyordum. Bu deneyin hızla sona
ermesi tamamen benim ellerimdeydi. Söylenenler, yani yazılanlar bu şekildeydi.
KİP’le biraz daha haşır neşir olduktan sonra yeniden uyku bastırdı, yatağıma
dönüp uykuya daldım. O gün akşam yemeği seçmediğim için akşam yemeği gelmedi.
II.
KİP’ten seçtiğim kahvaltı; iki dilim kızarmış ekmek, tereyağı, sıcak çay aynı pakette kapının önünde
duruyordu. Kahvaltımı yaptıktan sonra odanın yine aynı köşesine çöpümü
bıraktım. Bir süre sonra yine mekanik kadın sesi doldurdu odayı; bir yazı
masası, kalem ve kağıt bırakılacaktı, deney için bu kağıtlara yazmam,
çizmem falan gerekiyordu, onaylıyor muydum? Onayladım. Biraz sonra kapı açıldı,
maviler giyinmiş, şeffaf bir maske takmış, sert bakışlı bir adam içeri girdi;
önce bir masa, ardından rahatmış gibi görünen bir sandalye, ardından boş
kağıtlar ve içinde rengarenk tükenmez kalemler olan bir kutu getirdi,
getirdiklerini odaya yerleştirdi. Tüm bunları yaptığı süre boyunca kapı ardına
dek açıktı. Zihnimden kaçmayı geçiriyordum fakat diğer bir taraftan da deney
başarılı olduğunda buradan çıkacağım diyordum kendi kendime. Aklımda kendimle
mücadele ederken mavi giysili adamın çalışmasını izliyordum. Mavili adam odadan
çıktıktan sonra KİP’ten öğle ve akşam yemeklerimi seçtim, önceki gün talep
bölümüne yazdığım şekilde müzik çalara parçalar yüklenmişti, müziği başlattım,
ses seviyesini ayarladım, odanın parlaklığını biraz daha artırdım, bugün ne
talep etsem diye düşündüm biraz. Bu sırada masanın başına geçip rengarenk
kalemleri kullanarak resimler yaptım, birkaç çocukluk anımı yazdım,
gördüğüm rüyalardan bahsettim. Tüm bunlar aklıma geldikçe ağladım, kağıtları
gözyaşlarım ıslattı. Umutsuzluğum yeniden arttı, buradan çıkabileceğimi hayal
edemiyordum. Deney süresince başıma daha nelerin geleceği belirsizdi, bu
belirsizlik beni ürkütüyordu. Aniden bağırmaya başladım, sesimin çıktığınca çığlıklar
atıyordum. Kalkıp müziğin sesini en yüksek seviyeye kadar çıkardım; bağırmaya,
ağlamaya, çılgınca dans etmeye başladım. Bu ne kadar sürdü bilmiyorum, bir süre
sonra bitkin yere yığıldım, orada uyuyakaldım.
Uyandığımda odanın ortasındaydım,
sert zeminde yatmaktan her tarafım tutulmuştu. Kapının altından öğle yemeğim
gönderilmişti, müzik son ses çalmaya devam ediyordu. Bu yüksek ses beynimde
dolaşıyor, kafatasıma çarpıp yankı yapıyor, beynimi zonklatıyordu, KİP’ten
müziği kapattım. Banyoya gidip yüzüme su çarptım, çişim gelmişti, yaptım. Öğle
yemeğimi yazı yazmam için getirdikleri masada yedim. Nasıl göründüğümü merak
etmeye başladım, KİP’ten talep bölümüne girdim ve makyaj malzemeleri ile
makyaj aynası istedim. Akşama kadar yazıp çizmeye devam ettim. Akşam yemeğim geldiğinde
acıkmış olduğumu fark ettim, yine masada yedim. Öğle yemeğinin artıkları hala
masada duruyordu, onlarla birlikte akşam yemeğinden kalanları da masada
bıraktım. Duş almak için banyoya yollandım, sadece sabun vardı yıkanmak için,
talep edilecekler arasına yazdım kafama duş jeli, şampuan ve diğer ıvır zıvırı.
Küçük bir havluyla kurulanıp yeniden pijamalarımı giydim. Havluyu saçlarıma
sarıp KİP’ten ışığın parlaklığını azalttım, oda yeniden loştu. Yatağıma yattım,
uzun bir süre uyuyamadım, dönüp durdum. Bir ara kalkıp KİP’ten ertesi günün
yemek seçimlerini yaptım. Düşünceler, hayaller, korkular arasında ne zaman
uyuya kaldım bilemiyorum.
III.
Uyandığımda kapı açık, mavi
elbiseli bir adam beyaz çerçeveli bir aynayı duvara monte ediyordu. Aynanın
altında dar bir makyaj masası vardı, -ki bunu talep etmemiştim, yine de bazı
şeyleri benden daha çok düşünmüşlerdi- Aynanın takıldığı duvarın birkaç adım
ilerisinde kartondan küp şeklinde bir kutu vardı. Adam işini bitirince büyükçe
bir poşete odadaki yemek artıklarını, buruşturulup atılmış kağıtları doldurdu;
bir çantaya ise masanın üzerinde duran yazıp çizerek doldurduğum kağıtları
koydu. Aynı çantadan boş kağıtlar çıkardı ve masaya koydu. Aynı kalemler hala
masanın üstündeydi. Adama seslendim, “Onları neden alıyorsun, o kağıtlara kim
bakacak, kim okuyacak onları?” Adamdan ses çıkmadı, kayıtsızlıkla dışarı çıktı.
Kahvaltı masanın üstündeydi ama kahvaltı yapasım yoktu. Adamın aynanın yanına
bıraktığı karton kutuyu açtım, kutuda istediğimden çok daha fazla ve
çeşitlilikte makyaj malzemesi vardı. Pudralar, allıklar, rimeller, ojeler,
fondötenler, göz ve dudak kalemleri, rujlar, kremler, temizleyiciler… Aynanın karşısına
geçip kendime baktım, hala kendimdim, tanıdığım ben. Aynada bambaşka birini
göreceğimi umuyordum, yıpranmış, çıldırmış gibi görünen, belki de zombi gibi. Sanırım
kendimi kendim gibi görmek, aynada kendimi tanıyabilmek beni biraz rahatlattı.
Yeni oyuncaklarımı deneyerek ayna karşısında saatler geçirdim, en nihayetinde
bunlardan da sıkıldım. Yaptığım tüm makyajı sildim, kalemlerden biriyle
saçlarımı tepede topladım. Buz gibi olmuş kahvaltımı biraz tırtıkladım.
Kahvaltımdan atıştırırken kağıtlara da çiziktirmeye başladım, sonra aklıma
çizgi roman yazmak geldi, çizgi romanla uğraşırken öğle yemeğim geldi, hayli
acıkmıştım, kurt gibi vahşice yemeği mideye indirdim.
Yazıp çizmeyle haşır neşir olmaya
devam ediyordum ki odadan yine o mekanik kadın sesi yükselmeye başladı, Deney
Günü 4’te içeri gönderilecek bir başka denekle cinsel ilişkiye girmem
gerektiğini söylüyordu, sonunda da onaylayıp onaylamadığımı sordu. Panik ve
dehşetle “Onaylamıyorum!” dedim. Yeniden umutsuzluğa kapıldım, yatağa girip
ağlamaya başladım, ağlarken uyuya kalmışım. O akşam yemek yemedim, yatağımda
bir uyanık bir uykuda uzun süre yattım. İyice sakinleştiğimde odanın ışığını
kısmak için KİP’e gittim.
IV.
Kapının önünde hiç seçmediğim
kahvaltım duruyordu. Öğle ve akşam yemeklerimi KİP’ten seçip iletişim bölümüne
girdim. Kahvaltımı yaptıktan sonra deneye dün kaldığım yerden devam edeceğimi
yazdım. Talep bölümünden duj jeli, şampuan, bornoz gibi şeyler istedim. Canım
hiç istemeyerek kahvaltı yaptım. Boş kağıtlara hiç var olmayan hayvan figürleri
çiziyor ya da komik olmayan fıkralar yazıyordum. Uzunca bir süre bu şekilde oyalandım. Derken
mekanik kadın sesi odayı yeniden doldurdu, dün ilan ettiği şeyi tekrarlıyordu,
tek fark onaylarsam hemen şimdi gönderilecekti diğer denek. Bıkkınlıkla
onayladım, olacak olan olacaktı. Kısa bir süre sonra çırılçıplak, elleri
kelepçeli, ayakları zincirli, uzun boylu, beyaz tenli, sıska bir adam içeri
yollandı. Adamın suratında hiçbir şey ifade etmeyen, plastik kumaş karışımı bir
maske vardı. Adamın eline açılmamış bir prezervatif tutturulmuştu. Adamın etrafında
dolanıp, adamı inceledim. Beni duyduğu ama göremediği hissine kapıldım.
Ellerinden tutup yatağa doğru götürdüm. O büzüşmüş penisini ellerimin arasına alarak
şişirdim ve şişmiş penise adamın elinden aldığım prezervatifi geçirdim. Soyunup
adamı sırt üstü yatağa ittim ve şişmiş penisin üzerine oturdum. Ne acı, ne
zevk; hissiz ve mekanik seks seansı denek adamın boşalması ile son buldu. Tüm
bu zorunlu seks sırasında adamdan tek bir inilti bile çıkmadı. Adamın üzerinden
kalkıp, ellerinden tuttum ve onu da ayağa kaldırdım. Penisinde içi dolu
prezervatif takılı bir halde kapının önüne kadar götürüp onu orda bıraktım.
Adama yerinden kıpırdamamasını söyledim ama anlayıp anlamadığı belli eden bir
hareket ya da ses alamadım. Bir süre sonra kapı açıldı, adam kapının
açılmasıyla sessizce çıktı, gitti; kapı ardından kapandı.
Duşa girdim, ılık suyun altında
bağıra çağıra ağladım. Beni başka biriyle cinsel ilişkide bulunmaya zorlamış,
tecavüz etmişlerdi. Kendimi toparlayıp duştan çıktığımda içimde kocaman bir
öfke vardı. Buradan kurtulmak için bir şeyler yapmam gerekiyordu, bunu tüm
varlığımla içimde hissediyordum. Kendimi öldürmek düşüncesi de zihnimde dönüp
duruyordu. Aynanın karşısına geçip ellerimle nemli saçlarımı açmaya başladım.
Bir taraftan da aklımdan kopuk kopuk düşünceler geçiyordu. Öğle yemeği kapının
önündeydi, gidip aldım. Bir köleydim. Bir seks kölesi. Özgür değildim.
Ölemiyordum. Kalbimin taşlaştığını hissettim. Bir robottum. Yemeğimi yedim.
Adım Adım Özgürlüğe
Ve günler birbiri ardına böyle
geçip gitti. Deneyin amacını bilmeden, hiç gökyüzünü görmeden, esaret altında
ama deneye uyum gösterdikçe ayrıcalıklara ve lükslere sahip olarak. Abur
cuburlar, güzellik kürleri, kürkler, ipek gecelikleri, iç çamaşırları, içkiler,
spor aletleri, ev hayvanları, çiçekler…
Önce odamı zevkime göre döşemeye
başladım. KİP’ten ne istesem ertesi gün kapının önünde oluyordu. Hatta rahat
seçim yapmam için KİP’e alışveriş katalogları ekleniyordu. Film izliyor, kitap
okuyor; ne yazıp çizdiğimi zerre umursamadan kağıtları dolduruyordum. PMS
günlerim hariç diğer denekle seks yapmaya devam ediyor, hatta bazen onu
göndermiyor ve onunla uyuyordum. İlk tanıştırıldığımız günden sonra sayısız gün
ve defa diğer denekle seks yapmamıza rağmen tek kelime konuşmuyorduk. Konuşma
ihtiyacı duymuyordum, muhtemelen bizi izliyor ve dinliyorlardı, sessizlik bir
nevi isyandı, en azından kendi açımdan. Artık birbirimize alışmıştık ve daha
rahat hareket ediyorduk. Vücutlarımız birbirini tanıyordu, seviştikten sonra dinlenip
yeniden seviştiğimiz çok oluyordu. Birkaç defa koridorlardan geçip ben de onun
odasına gittim. Aynı şekilde gözlerim kapalı, konuşmamı engelleyen bir maskeyle
birlikte. Her zamanki denekle seviştiğimi vücudunun tanıdık kokusundan, o narin
ama keskin hareketlerinden anlıyordum. İlk seferinde O’nun olduğunu anladığımda
hayli rahatlamıştım.
Deneyi yapanlar kaprislerimden asla
bıkmıyor, beni bu bembeyaz ve aşırı aydınlık mezarda rahat ettirmeye
çalışıyorlardı.
Deney Günü 154 hatırladığım son
deney günüydü. O sabah yine getirilen kahvaltıyı yapmış, KİP’e taleplerimi
yazmış, odamdaki spor aletleriyle biraz çalışıyordum. Yeterince spor yaptığıma
kanaat getirip duşa girdim. Duştan sonra öğle yemeğine kadar kestirmeye karar
verdim, zira spor yormuştu, üzerimde de bir ağırlık vardı sanki.
Uyandığımda açık ve yıldızlarla dolu
gökyüzünü gördüm. Hava hayli serindi. Önce bunun bir rüya olduğunu düşündüm ama
hareket edemiyordum. Paniğe kapıldım, sesim çıkmıyordu, sadece gözlerim dışarda
olacak şekilde toprağa gömüldüğümü sandım. Sonra ellerimi kurtarabildim, koza
gibi bir şeyin içinde tıkılıp kalmıştım. İçinden tamamen çıkınca bunun bir uyku
tulumu olduğunu idrak ettim. Biraz fazla panik olmuştum, sesim çıkmıyordu çünkü
aylardır konuşmuyordum. Üzerimde kaçırıldığım gece giydiğim kot pantolon ve sweatshirt
vardı. İçinden çıktığım uyku tulumunun hemen yanında çantam vardı, hemen içini
açıp karıştırdım. Telefonumu buldum, kontrol ettim, çalışıyordu ve pili
doluydu. Rehberden babamı buldum, aradım. Polis ve ambulansla birlikte geldi.
Kaçırıldığımdan beri 240 günden fazla geçmişti, koskoca sekiz ay, Ağustos
ayındaydık. Beni kaçıranlar, deneyi yapanlar asla bulunamadı. Kaçırıldıktan iki
kadar sonra babamı arayıp fidye istemişlerdi. Babam hemen polise gidip
bildirmişti, olay kayıp vakasından kaçırılma ve fidye vakasında evirilmişti.
Olayla ilgilenen polisler çoğalmış, ilgi artmıştı. Yine de herhangi bir ipucu
bile bulamamışlardı. Sonunda babam bir umut istenen fidyeyi, istenen şekliyle
fidyecilere ulaştırmış; bana yeniden kavuşmayı çaresizlikle bekliyordu. Babam
fidyeyi verdikten dört gün sonra ben aramıştım. Beni kaçıran
fidyeci-deneycilerin ne aceleleri ne de paraya tam bir ihtiyaçları vardı. Babama
ve polislere yaşadığım tüm her şeyi anlattığımda babamın verdiği fidyenin tüm
anlattığım o eşyalara, kıyafetlere vesaire yetmeyeceğini aşağı yukarı
kafalarında hesap ettiler. Hastanede yapılan sağlık kontrolümde kanımda beni
günlerce uyutacak güçlü kimyasallara rastladılar. Tüm bunları deneyden kurtulduktan
sonra, ne düşüneceğimi bilmediğim, uykusuz gecelerimden birinde yazıyorum. Tüm
bunlar o doktorun söylediği gibi uzak bir hatıra benim için.
~SON~